8 Aralık 2013 Pazar
Haftasonu Müziği
Bu tarz grupları siz de çok sevmiyor musunuz? Çok hoş, çok keyifli... Özellikle slow parçaları çok severim, ama bu şarkının birden temposunu arttırması ayrı bir tat katıyor.. Hem hüzünlü hem mutlu. Müzik budur işte. The King Of Emotions. Duyguların Kralı.
1 Aralık 2013 Pazar
Topukluların Arasında Islanmış Bir Yaprak
16-18 yaş genç
insanları düşünüyorum. Onlarla kendimi karşılaştırdığımda bazen yaşlı hisseder,
bazen de kendimde anormal olan bir şeyler mi var diye düşünürüm. Gençler,
Amerikan dizilerinde gördükleri hayata özenir. Her Cuma gecesi çılgın partiler,
haftasonları barlarda geçirilen zamanlar, New York sokaklarında ayakkabı
dükkanlarını gezerek zaman harcamak… Amerika. Son zamanlarda cennet demek orası
demek oldu. Prestij, diğerlerinden üstün olduğunu hissetmek, hayranlık,
mükemmellik… Bunların hepsi birleşince oklar Amerika’yı gösterir oldu. Eğer
diğerlerinin size hayran kalmasını istiyorsanız Los Angeles’ta yapacağınız bir
check in, Twitter’a attığınız bir fotoğraf ve “Los Angeles sokaklarında
ayakkabı denemekten ayaklarım şişti.” Gibi sözde yakındığınız bir tweet.. Evet,
bunlar sizi olmak istediğiniz noktaya getirir: Popülerlik, havalı olmak, cool
olmak vesaire.. Amerika’dan sonra sırada havuzlu ve lüks otel kıvamında
Cruz’lar geliyor. O kadar Amerika’ları hayal edipte Cruz’ları etmemek ayıp
olur, değil mi? İşte bu yüzden kendimi bu düşünce atmosferinden dışlanmış
hissediyorum. Benim hayallerim ve onlarınki bu kadar farklıyken, kendimi
onların yanında nasıl düşünebilirim? Ben, Doğa ve Müzik aşığı ben, gerçekten anormal
miyim? Yoksa sadece yanlış yerde miyim? Beni Brezilya’daki yağmur ormanları,
sonsuz okyanuslar, baktığınızda cennete kadar uzanabileceğini düşündüğünüz
dağlar çekiyor. O yemyeşil ovalar yok mu.. Yağmur yağsa da orada sırılsıklam
bir şekilde müzik açıp dans etsem. Yağmur damlalarının ıslattığı bir yaprak
olsam. Gökyüzünde özgürlüğün simgesi martılar gibi kuş olup uçsam. Ormanda
piano çalsam. Benden başka kimsenin olmadığı sahillerde atımla koşsam, rüzgarla
bir olsam, rüzgarı yüzümde hissetsem.. Bütün bunlar varken neden o binaların ve
aceleyle koşturan insanlar arasında durmayı isteyeyim ki? Mesela kendimi çok
yabancı hissettiğim bir ortamla ilgili anımı anlatayım:
Mükemmel bir
Afrika gezisinden dönmüştüm. İnsanlar bana deli midir nedir gözüyle bakıyor,
orada ne işim olduğunu merak ediyordu. Halbuki ben hayatımın en güzel
anılarımdan bazılarını orada edinmiştim. O müthiş ve bir daha yapamayacağım
deneyimler ne kadar özeldi.. Ve sonunda, okulda, elinde telefonuyla
Whatsapp’tan mesaj atmakla uğraşan, kokoş bir kız geldi yanıma. Konuştuğum arkadaşların
bir arkadaşıymış meğersem. Konu konuyu açtı, benim Afrika yazıma geldi..
Arkadaşlar tebrik etti ve konuşma sırası Bayan Whatsapp’a geldi. Hiç bana
bakmadan pembe telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Bir yandan da cikletini cak
cak çiğniyordu. Sonunda bana tuhaf bir ifadeyle baktı:
“Afrika’ya mı gittin? Ama neden?” işte bu kadardı. Eğer
Paris veya Roma’ya gitseydim böyle alaycı ses tonuyla sorulmuş bir soruyla
karşılaşmayacaktım. Ortamdaki herkesin susup beni dinlediğini fark ettim.
Aklımdan binlerce cevap gelip geçti, sitem edebilir ve Yüce Hollywood kadar
harika olmadığını söyleyip dalga geçebilirdim. Onun bana baktığı tuhaf ifadenin
karşılığını aynı şekilde verebilirdim. Afrika’yı övüp ne muhteşem bir yer
olduğunu saatlerce anlatabilirdim. Tam son şıkkı seçmiştim ki, kıza biraz daha
dikkatle bakmayı seçtim. Baştan aşağı sıradan, herkesle aynı hayallere, aynı
düşüncelere, aynı duygulara sahip bir kız. Ona oranın nasıl bir yer olduğunu
hangi kelimeyle anlatırsam anlatayım, hiçbir şey anlamayacağını fark ettim.
Böylece, kıza bakıp yavaşça gülümsemeyi tercih ettim. Ne dalga ne de övgü çıktı
ağzımdan.. Tek söylediğim şey “Eğer bir insanın ölmeden Cenneti görebilmesi
mümkünse, neden olmasın?” dedim. Ne anladı bilmem. Büyük ihtimal yanlarından
kalkıp uzaklaştığımda arkamdan dedikodumu yapmış ve gülmüştü. Bense gayet içim
rahat bir şekilde çıkıp gitmiştim.
İşte böyle. Dost
ve arkadaş ayrımını hep yaparım, dostlarıma çok değer verir çok severim onları.
Çok güvenirim. Fakat birini çok sevmeniz demek size benzediği anlamına gelmez.
Birbirinden farklı özellikte olan tüm dostlarımı çok seviyorum, fakat şundan da
eminim ki: Sağ elimde Paris, sol elimde Rio de Janerio bileti olsa, kimsenin
sol elime bile bakmayacağı şüphesiz bir gerçek. Eh, sanırım sol elimdekini
isteyecek kişiyle hayatımın ilginç bir zamanında tanışacağım, o yüzden
bekliyorum Sayın Rio.
Haftasonu Müziği
Sizde de bu tarz müzikleri dinlerken keşke yağmur yağsa da dumanı tüten Nescafe'm daha bir keyifli olsa düşünceleri oluşuyor mu? The Civil Wars ve Eddie yağmur yağdığında kulağınızdaki müzik olmalı kanımca :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)