28 Kasım 2015 Cumartesi

İki Nokta..

 Hiç eksik olduğunuzu hissettiniz mi? Okuyor, yazıyor, geziyor, uyuyor ve dinliyoruz. Yeni insanlarla tanışıyor, bazen de eskileri kaybediyoruz. Her yeni gelen bir parçayla yerleşmiş bir başkası eksiliyor. Her gün tamamlanmayı bekliyoruz; bizi tamamlayacak olanı. Bazen müzik oluyor, bazen birkaç dize.. Gün geliyor kahve oluyor ve bir parça yağmur. Hayallerimizle doldurmayı deniyoruz; gerçekleşebilecek olanlarla ya da en azından öyle umut ettiklerimizle. Gün geliyor hayal kırıkları kapıyor o eksikliği. Umutsuzluk. Güvensizlik. Her bir kırık yeni bir deneyim aslında. Ve kazanılan her yeni deneyim hayata atılmış yeni bir parça. Hayat da bu değil mi aslında. Bir denge meselesi. Bir parça eksilir, bir parça yerleşir. Ancak öyle parçalar var ki, eksiliği asla dolmaz. Yalnızlık gibi. Her insan yalnızdır. Kalabalık dediğimiz şey ne ki aslında? Yalnız insanlardan oluşan bir grup sadece. Yalnızlığı doldurmaya çalışan, rutini değiştirmeye çalışan bir grup insan. Her anını biriyle geçirebilir, kalbini açabilirsin. Fakat o çok güvendiğin insan seni düşüncelerinden koruyabilir mi? Korkularından? Seni ruhun derin yalnızlığından koruyabilir mi? Müziği kaçış bileti olarak gören ve dizelerde kendini kaybeden ruhuna dokunabilir mi? Güç nedir bilir misiniz? Güç; gelip geçici olanı kalıcı yapandır. Ve gün gelir aynı güç kalıcı olanı yeniden geçici yapar. Bu gücü kime vereceğimiz de duygusal olmaktan pek hoşlanan kalbimize kalır tabi. Deneyimlerle yontulan ve bazen de hiç akıllanmayan kalbimiz.. Minik bir melodiyle aklı başından giden ve bazen de tek bir sözle yerle bir olan kalp.. Eksikleri doldurmak için sonsuz bir arayışta olan, yanlış kişilere o gücü veren ve bazen de kendini anlatmak için yalnızca iki noktaya ihtiyaç duyan kalbimiz. Üç nokta tamamlanmıştır, kendini ifade etmek için bazen sadece iki nokta yeterlidir..


20 Kasım 2015 Cuma

Hayal Mühendisi

 Hepimiz çocukluktan bu yana geleceğimiz ve seçeceğimiz meslek hakkında bitmek bilmez sorulara tabii tutulmuşuzdur. İnsanlar size bu soruyu sorarken doktor, öğretmen, avukat gibi belirli cevaplar beklerler. Onlara göre olmanız gereken meslek yeterli bir maaş ve güzel bir prestij sahibi olmalıdır; mutluluk ikici plana atılmıştır. Bu tarz yönlendirmeler ve sorular eşliğinde hepimiz birer meslek seçeriz. Ancak bu meslek illa bilgisayar mühendisi mi olmalıdır? Savcı mı? Bir arkadaşımın yıllardır okumak istediği tek bölüm grafik tasarım. Ailesi durmadan oğlunu diğer mesleklere yönlendirmeye çalışıyor. Bir keresinde annesinin, "Oğlum bak bilgisayar mühendisi olmalısın bence. Hem tıpkı grafik tasarım gibi bunda da bilgisayarlar var." dediğine tanık olmuştum. İlginç bir ikna yöntemiydi doğrusu.
  20-25 yaşına gelene kadar okuyoruz. Bazıları daha az bazıları daha çok.. Ama herkesin bir ortak noktası varsa, bu da mezun olduktan emekli olana kadar çalışacağımız gerçeğidir. Para kazanacağız; geçinmek için, doymak için, sıcak bir ev için ve en önemlisi de hayallerimizi gerçekleştirmek için. Evleneceğiz; evimiz, çocuklarımız ve onların geleceği için çalışacağız. Emekli olacağız; ne kadar çalıştığımız ve ne kadar biriktirdiğimize göre hayatımızın son mevsimini en rahat şekilde geçireceğiz. Peki bu "çalışma ve para kazanma" olayı gerçekten sıkıcı ve mutsuz olmak mı zorunda? Hayali grafik tasarım olan bir çocuğun mühendis olmasıyla mı sonuçlanmak zorunda? Size olası iki hayat göstermek istiyorum:
    1. İlk hayatta çocuk ailesinin isteği ve yönlendirmesi sonucu bilgisayar mühendisi olmaya karar vermiştir. Çok çalışmış, notlarını yüksek tutmuş ve en iyi üniversitelerden biri olan Bilkent'in Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazanmıştır. İstanbul'dan Ankara'ya gitmiş, yurtta kalmış ve seneler sonra mezun olmuştur. Üniversitedeki en güzel yıllarını sevmediği bir bölüm okuyarak geçirmiş, mezun olduktan sonra da işe girmiştir. Yıllar geçmiş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Eve yorgun argın gelir, çocuklarıyla az zaman geçirir, evde de işine devam edermiş. Ne bir güler yüz ne de ilgi göremeden büyüyen çocuklar, hayata soğuk bakan, çekingen kimseler olmuştur. En sonunda eşinin bu ilgisiz ve depresif hallerinden sıkılan karısı çocuklarını da alıp onu terk eder. Yapayalnız kalan adam, geçindirecek bir ailesi olmayınca işi boşlamaya başlar ve kısa süre sonra kovulur. Parasını boş işlere harcar, emeklilik yaşı geldiğinde de bir sürü borca batmış bulur kendisini. Hayat onu tüketmiştir.
   2. Şimdi de ikinci hayata bakalım. Çocuk ailesinin ve çevresinde bulunanların tüm ısrarlarına rağmen kendi bildiğini okumuş, hayalini gerçekleştirmeye karar vermiştir. Tüm zamanını çalışarak ve çizim yaparak geçiren çocuğun ne kadar yetenekli olduğu kısa sürede keşfedilmiş. En sonunda o kadar da yaygın olmayan bu bölümün bulunduğu adı pek duyulmamış bir üniversiteye gitmiş. Derslere herkesten hevesli katılmış, onun bu neşesi arkadaşlarına da geçmiş ve güzel bir sosyal hayatı olmuş. Hevesiyle akademisyenlerin de ilgisini çeken çocuk, mezun olduktan sonra kolayca işe girmiş. Hayatı boyunca yavaş yavaş basamakları tırmanıp işinin zirvesine ulaşmış. Mutlu bir evlilik yapmış, her gün güler yüzle işten dönüyor, boş zamanlarında ailesiyle vakit geçiriyormuş. Çocukları babasının hikayesinden hayallerini kovalamanın ne denli önemli olduğunu öğrenmiş. Kendi gibi mutlu bir aileye sahip olan adam, emekli olana kadar para biriktirmiş ve yaşlandığında bu parayla ailesiyle dünya turuna çıkmış.
  Elbette bu yazdığım iki hikaye olası yüzlerce hayattan yalnızca ikisiydi. Tüm bir hayatın bir seçimle şekillenmesi ile ilgiliydi. İnsanların ne istediği değil, kendi hayatın için senin ne istediğin, neyi seçtiğin ile ilgili. Başkalarının senin hayatında ne kadar söz sahibi olmasına izin verirsen, o kadar onların senin hayatını yaşamasına izin verirsin. Herkes kendi hayatının baş kahramanıdır, başkalarının sizi basit bir figür yapmasına izin vermemeniz dileğiyle..

19 Kasım 2015 Perşembe

Bir kitap satmak, Bir gelecek satmaktır.

 Selam! Yanında sıcacık çayıyla bilgisayar başında oturanlara ve halen daha vize haftası bitmemiş yorgun savaşçılara.. Rahat bir koltukta uzun zamandır okumayı erteledikleri kitabı okuyanlara ve yaklaşan hafta sonu için plan yapanlara.. Hepinize selam!
 Ertelenmiş kitaplardan bahsetmişken, eğer İstanbul'da oturuyorsanız ve bir kitap severseniz büyük ihtimalle geçtiğimiz hafta Tüyap Kitap Fuarı'na gitmişsinizdir. Eğer düzenli bir Tüyap takipçisi iseniz, o kalabalık insan selinde her standın yerini hatırlamaya çalışmanın, yazarların bitmek bilmeyen kuyruklarının ve elinizde onlarca poşetle yürümek için çaba göstermenin nasıl bir his olduğunu biliyorsunuzdur. Tüyap trafiği diye de bir gerçek var tabi. Fakat bunun gibi küçük detayları geçelim ve uzun zamandır beklediğiniz kitabı standda gördüğünüz ana gelelim. Çok sevdiğiniz bir yazardan imzalı bir kitap aldığınız ana gelelim. Sevilen bir yazarla fotoğraf çektirmek, elinizde onlarca poşetle eve geldiğinizde aldığınız tüm kitapları yayıp sevgiyle bakmak ve yepyeni kitapları keşfetmek gibi daha büyük detaylardan bahsedelim. Bir detay nasıl mı büyük olur? Şöyle ki Tüyap'ta iki tür kitap standı vardır: İnsanların büyük çoğunluğunun okuduğu kitaplardan oluşan popüler kitaplar, diğer bir deyişe "Best-seller Standları" ve kenarda köşede keşfedilmeyi bekleyen harika kitaplarla dolu standlar. O köşe standları aslında fuarın bir detayı gibi görünüyor, fakat oradan alacağınız herhangi bir kitap hayatınıza çok daha büyük bir etki yapar. Böylece minik bir detayın ne kadar etkisi olduğunu görürsünüz. Kişiliğinize ve hayatınıza bir şeyler katacak, ufkunuzu genişletecek gerçek kitapların olduğu bu yerler ne yazık ki insan debisinin azaldığı yerler oluyor.
  Bu sene Tüyap'ta çalışma imkanı buldum. Yüzlerce çocuğa harika çocuk kitapları sattım, miniklere kitap ayracı verip gözlerinin şaşkınlıkla açılmasını izledim ve okudukları kitabın yazarıyla tanışmalarını gördüm. Minik kızlar babalarının kollarından çekiştirerek standımıza geliyor, uçarı kaçarı 12-13 yaşlarında erkek grupları bana telefonlarını uzatıp yazarla bir fotoğraflarını çekmemi istiyor. Bir yandan çocuklara içinde en çok hayalgücü barındıran kitapları satarken, öbür yandan yaşlı amcaların koleksiyonunu tamamlamak için son birkaç kitaba ihtiyaçları olduğunu işitiyorum. Kitapları okumadan özetlerini ezberlemişim, görseniz öyle bir anlatıyorum ki sanki yalayıp yutmuşum. Eğer başımı kaşıyacak minik bir an bulabilirsem önümdeki kitapların sayfalarını karıştırıp birkaç cümle okuyorum. Gözüme çarpan herhangi bir cümle bir sonraki müşteriye kitabı anlatmak için kullanabileceğim güzel bir alıntıya dönüşüyor. Biri geliyor elimdeki kitabın filmini izlediğini söylüyor. Haydaaa.. Kitabın filmden ne denli güzel ve dopdolu olduğunu anlatmaya başlıyorum. İçinde türlü nükteler, duyulmamış espriler ve daha önce tanıdıklarını sandıkları bir karakterin hiç görülmemiş yanlarını göreceklerini söylüyorum. Saatler geçiyor, insanlar artıyor, kitaplar azalıyor.. Hepimizin üzerinde tatlı bir yorgunluk var. Buradayken insanlara ne son model telefon satıyoruz ne de pahalı kıyafetler. Biz burada daha parlak bir gelecek satıyoruz; bir kişilik, yeni bir bakış açısı, farklı düşünceler ve sınırsız hayal gücü.. Çocukların bitmek tükenmez meraklarını doyuruyor, ufuklarını genişletiyor ve onlara her bir kitapla yeni bir dünya vadediyoruz. Ayraç verip yüzünde gülümsemeye sebep olduğum çocuk: Geleceğin büyük bir kitapseveri olursun umarım!