25 Haziran 2014 Çarşamba

Selam Sana "Keşke"

  Hayat bir barda blog yazmak kadar garip,
  Gece havuza atlamak kadar çılgın,
  Fiskiyelerin altında kahkaha atmak kadar ıslak,
  Yabancı bir köpeğin burnunu öpmek kadar tatlı,
  Erimiş dondurma kadar leziz,
  Geçmişle buluşmak kadar tatlı,
  Gelecek hakkında hayal kurmak kadar renkli,
  "Keşke o ana geri dönebilsem" kadar özlem taşar..

19 Haziran 2014 Perşembe

Evrenin Hikayesi

   Her şey gibi evren de büyük bir düzenin parçasıydı. Ya da evren "düzen"di ve her şey onun parçasıydı...
Evren, sonsuz krallıktan oluşan sonu belirsiz bir yerdi. Her güneş sistemi bir krallıktı ve yıldızlar kraldı. Bizim güneş sistemimizin büyük kralı Güneş idi. Bu büyük krallık, bölünmüş ve her bir parçası daha küçük krallara verilmişti. Her gezegen küçük bir kraldı. Bazıları daha güçlü, bazıları daha zayıftı. Ve tabii ki savaşlar vardı. Gök taşları düşmandı ve her an gezegenlere saldırıyorlardı. Daha güçlü olan kral Jupiter daha fazla korumaya ve askere sahipti. Uydular onu her daim koruyorlardı. Ve Dünya gibi daha zayıf krallar daha az korumaya sahipti. Ay, bizim tek askerimiz olmakla beraber işinde oldukça başarılıydı. Her şeye rağmen krallıklar bir düzen içinde yaşıyordu.
  Büyük imparator Güneş sayesinde "yaşam" vardı. Jüpiter gibi büyük bir kral ya da Satürn kadar güzel bir kraliçe değildik, ancak hepsinden daha değerli bir hediye bahşedilmişti bize : Yaşam. Dünya, yeşiliyle mavisiyle her türden canlısıyla diğer krallar tarafından kıskanılan bir yerdi. Güzellik ve ihtişamıyla en büyük ikinci orduya sahip sahip Satürn'ün bile ilgisini çekiyorduk. Ve bu krallıkta bir gezegen daha vardı ki, tüm kralların küçümsediği ve sevmediği, hatta baş kaldırışından sonra krallık unvanının bile alındığı bir gezegen: Pluton. Pluton'un hüzünlü bir hikayesi vardı aslında: O, askerine aşık olmuştu. Diğer gezegenler uydularından kat be kat büyükken, Pluton uydusundan yalnızca iki kat büyüktü. Onları "kral ve asker" olarak değil, kral ve kraliçe olarak görünüyordu ki bu çok yanlıştı. Çünkü bir kral ve asker asla birbirlerini sevemezlerdi. Öyle ki sonunda diğer krallar birlikte aldıkları bir kararla onun "kral" unvanını aldılar. Plüton, taş gibi kalbiyle ve diğer gezegenlerden daha yatık olmasıyla dışlandı ve büyük krallığın en uzak noktasına sürgün edildi. Çoğu yaşlı yıldızın anlatımına göre pluton genç bir kralken Güneş'in en sevdiği gezegenlerden biriymiş ve ona çok yakınmış. Ancak sürgününden sonra krallığın en uzak noktasında, "cüce gezegen" sıfatıyla yaşamına devam etti.
    Plutonun baş kaldırışından etkilenen başka gezegenler de vardı. Satürn'den sonra en güzel ikinci kraliçe olan Venüs, Pluton'un sürgününden çok etkilenmiş ve üzülmüş; o günden sonra isyan ederek ters yöne dönmeye başlamıştı. Akıntının ters yönüne ilerleyen iki damlaydı onlar... Ancak Venüs o kadar güzeldi ki ve o kadar parlaktı ki Güneş onu sürgün edemedi. Bu krallıkta bir düzen vardı, peki ya adalet? Evren tarihinde bir çok büyük İmparator'un dayanamayıp intihar ettiğini ve patladığını, ardından da koca bir kara delik bıraktığı bilinmekteydi. Tüm kralların korkulu rüyasıydı bu kara delikler. O yüzden herkes İmparator ile iyi geçinir, onun verdiği kararlara uymak zorunda kalırdı.
   İşte böyle bir hikayesi vardı Evren'in. Büyük gizemleriyle, açıklanamayan olaylarıyla, uzun tarihiyle sonsuzluğun merkeziydi. İçinde sayısız krallık, büyük İmparatorlar, küçük krallar, askerler, düşmanlar ve düzenden sıkılmış düzensizler vardı. Kural tanımazlar... Büyük aşklar... Yıkım dolu patlamalar... Bir gün kendi krallığını kurma hayaliyle yaşayan genç yıldızlar... Her ne olursa olsun Evren görsel bir şölendi, bir sanat eseriydi. Her varlık, kendi rengiyle boyuyordu bu tabloyu. Peki Evren bir tabloysa, geriye tek bir soru kalıyordu:
   Ressam kimdi?

13 Haziran 2014 Cuma

Haftasonu Müziği

 Bugün için erken haftasonu müzikleri paylaşmak istiyorum! Sonuçta artık YAZDAYIZ!!! Yani güneş kremi kokan ve enerji fışkıran müziklerle yazın kapısını aralıyoruz! Hadi bakalım, test kitapları dolaplara mayolar ortaya!

11 Haziran 2014 Çarşamba

Zehirli Bir Lolipop

   Gün geçtikçe sosyal paylaşım siteleri mi artıyor, ben mi geriye gidiyorum merak ediyorum :D Facebooklar, twitterlar, instagramlar, tumblrlar... whatsapplar, snapchatlar, vinelar ve şu an aklıma gelmeyen siteler ve uygulamalar.. O kadar çok var ki. Her gün birinden sen şuna üye misin, sen de bu var mı, ay beni ekle ay şunu hackle, yok followla yok vinela... AAaaaa diye bağırmak istiyorum, ne takipmiş arkadaş! Şu gündeme uyalım diyom, bi gün tumblr öbür gün snap bilmem ne açıyoz açıyoz öbür gün yığınla daha da çok geliyo.. Hangisini indirsem, şu ekle dedi bu takibe aldı şunda fotom varmış bu arkamdan laf etmiş, valla  bu internet öyle bi şey ki geçen arkadaşa gittim, baktım sağında solunda gitarı pianosu, internet başında oturmuş gitar oyunları oynuyo! Vay dedim, sen hayırdır?! Al dedim şu gitarı, iki tıngırlat bi kaç gerçek müzik kırıntısı duyalım. Yok dedi, o eski moda. Şimdi herkes böyle çalıyo gitarları. Allah allah, ne zamandır gitar klavyedeki oklarla , mouse'taki sağ tıklarla çalınıyomuş, haberim yok. Gayba ben cidden eski kafalıyım. Ya da 17 yaşlık bedenin içine sıkışmış 80ler kızıyım.
    İnsanlar var; sosyal sitelerde görseniz zilyon tane arkadaşı, fotoları ve alıntı sözleriyle ün salmış adeta. Ancak ne gariptir ki okulda, dışarda görseniz utangaç ve sessiz, yalnız ve kapanık. Bu durumu iyiye de çekebiliriz kötüye de... En azından sanal alemde cesur ve özgüveni tavan yapmış bir kişiliksin, gerçek hayattaki yalnızlığını sanal yaşamınla dolduruyorsun. Eh, bir yönden olumludur belki. Ama gün gelir, sanal yaşamın çöker, gelip geçici ünün bir cam gibi başında kırılır. Belki ayağa kalkarsın; utangaçlığını delip geçer ve sanal özgüvenini gerçeğe taşırsın. Belki de daha da kapatırsın kendini dünyaya.
     İnsanlar var; dışarda yüzüne güler, dostunmuş gibi davranır, omzunda ağlar, yanında gülersin. Fakat nedendir bilinmez, sanal aleme geçer ve senin tüm acından ve tüm sırlarından faydalanır, tek tek paylaşır hepsini. Böyle bir şeyi neden yapar ki bir insan? Dost yüzlü düşmansan. Zehirli bir lolipop gibisin bazen . Hepimiz bir şekilde tadıyoruz, bazılarımız daha çok. Hani çok şbeker ye çok kilo al hesabı. Bazı insanlar gerçekten çok şişman, kimse yeterince zayıf değil. En azından arada sırada tadına bakıyorsak, yine de zehirli sayılır mıyız? Belki de en başından lolipopa zehir katan bizizdir...

2 Haziran 2014 Pazartesi

Gezgin Bir Damla

 Yağmurlu Hayaller... Adına yakışır bir gece daha...

Öyle bir kükredi ki gök, yer yerinden oynadı.. Şimşekler geceyi gündüze çeviriyor anlık zamanlarda, yağmur hızını arttırıyor kıyasıya yarışta.
Bir köpek gördüm,
Üşümüş ve korkmuş,
Islak.
Bir ağaç gördüm,
Ne endamı kalmış ne de görkemi,
Düşmüş, sonsuz uykuda.
Bir yıldız gördüm.
Şimşek parladığında,
Umursamaz tavırlı.
Bir bisiklet gördüm,
Su birikintileriyle boğuşuyor,
Hızlı mı hızlı.
Ve bir şemsiye gördüm,
Başıboş, yolunu kaybetmiş..
Sularda yüzüyor, hedefi yok.
Rüzgarla uçuyor, hayalperest sanki biraz.
Ve özgür.
   Bir kız oturuyor pencerenin kenarında. Kucağında kitabı, üstünde kazağı. Gözlerini yummuş karanlığa, gülümsemiş yağmura. Biraz mutluymuş biraz hüzünlü. Gök gürlemiş; korku salmış. Şimşek parlamış karanlıkta; umudu göstermiş. Biraz yağmur, bir tutam neşe. Birleşmişler, tek bir vücut olmuşlar. Pencerenin kenarındaki kız olmuşlar. Kah gök gürlermiş kızın içinde, kah yüzünden damla damla yağmur akmış. Ama gün gelirmiş; şimşek parlar, bulutlar çekilir ve kalp tüm görkemiyle yeniden ışık yayarmış çevresine. Ve birden uyanırmış kız. Kitabı yere düşmüş, rüyalar uçuşmuş. Etrafa bakmış şaşkınca, sonra penceresini açmış. Uzatmış elini yıldızların kaybolduğu gökyüzüne. Ve parmağının ucuna bir damla konmuş; gezgin bir damla. Bir süre birbirlerine gülümsemişler. Ve bir hikaye daha son bulmuş alevi tüten odada. Mumun alevine üflemiş rüzgar, uykuyu çağırmış yağmurlar ve hayaller yeniden zihne kaymış; sonsuzluğa ve ötesine...

1 Haziran 2014 Pazar

Haftasonu Müziği

Tek kelimeyle harika! Tüm enstrümanlar, bir kez daha kendilerine hayran bırakıyorlar..