Hepimizin kariyerinde karşılaştığı umulmadık kişiler, enteresan hikayeler ve sorgulatan deneyimler vardır. Henüz kariyerime küçük adımlarla giriş yaptığım üniversite yıllarımda rol aldığım projeler, yaptığım stajlar ve tanıştığım insanlar dünya görüşüme çok değerli katkılarda bulundu. Hastanelerde staj yaptığım dönemlerde orada kısa veya uzun süre kalan kişilerle etkileşime giriyor, hikayelerini dinliyor ve perspektiflerini anlamlandırmaya çalışıyordum. O zamanlar daha psikopatoloji dersini yeni almış; teorik bilgilerim henüz gerçek hayatla kesişmemişti. O stajlarda tanıştığım insanların hikayeleri beni derinden etkiliyor; staj çıkışında bile onları daha iyi anlayabilmek için elimde bir dolu kitapla cafelere geçip geç saatlere kadar okuyordum. Mesela bir hocayla hayatlarımız buluştu; kendisi hayatındaki yegane anlamı kaybetmiş ve bu anlamı yeniden bulabilmek için içsel bir yolculuğa çıkmıştı. Kendisine psikolojik bir tanı konulduğundan bihaber; hayatındaki büyük "öğretme" amacını yeniden yakalayabilmenin uğraşındaydı. Kendisi nice zaman bana Yunus Emre'nin felsefesinden, Nazım Hikmet'in şiirlerinden ve Dünya edebiyatından bahsetmiştir. Başka bir zaman kendisini felsefeye adamış bir hastayla tanıştım; kendisinin Nietzsche hakkında dedikleri takdire şayandı. Uzun bir zaman diliminde her gün yeniden kendimi tanıştırdığım Alzheimer bir hasta vardı; bir insanın size güvenip içini açması ve öteki gün sizi tamamen unutması hiç alışamadığım bir deneyimdi. Tüm bu hikayelerin ilk sayfaları ise genelde ne kadar üzücüydü. Sevgisiz aileler, ihmalkar ebeveynler ve dışlayan çevreler... Etiketlenmeler ve bu etiketin yarattığı yıkımlar... Stajlarımda zaman geçtikçe baş karakterler değişiyor, temalarsa benzer kalıyordu. Genetik olarak birtakım psikopatolojilere yatkınlığı olan bireyler çok stresli çevresel etkilere maruz kaldığında bu psikolojik bozukluklar ortaya çıkıyor. Ne yazık ki bu "çok stresli çevresel etkiler" de ise ailenin, arkadaşların ve toplumun dışlayıcı tutumları, istismar, ihmal ve belki de en temelinde sevgisizlik yatıyor. Hiç unutmuyorum, bir dönem klinik psikolog ile beraber günaydın toplantıları veriyordum ve konumuz önyargılardı. Bununla ilgili kısa bir hikaye okuyup daha sonrasında da hastalarla beraber önyargı konusunu tartışacaktık. Bizim söylediklerimiz ve okuduğumuz hikaye bittikten sonra bir grup üyesi söz aldı ve şu sözler döküldü ağzından: "Hocam siz çok güzel konuşuyorsunuz ama ben dışarı çıktığımda bana deli diyorlar. Ben sevgi göstermek istediğimde benden uzaklaşıyorlar. Ben ne yapabilirim ki?" Hayatın farklı alanlarında karşı karşıya kaldığımız kara ötekileştirme, ruhsal hastalığa sahip bireylerde belki de had safhaya çıkıyor. Bu insanlar yanlış bilgilerin loş ışığında suçlanıyor, dışlanıyor ve ötekileştiriliyor. Bu basmakalıp yargıların kırılması, toplumun bilinçlenmesi ve yargılayıcı tutumları değiştirmek çok önemli. Hayat, farklı renkleri bünyesinde bulunduran bir gökkuşağı gibi; her renk özel ve değerli. Bu renkleri tek bir renge indirgemek ve diğerlerini dışlamak yerine neden her rengin eşsiz güzelliğini kabul etmeyelim? Çünkü biz, farklı renklerimizle güzeliz.