Mezuniyet Alanı yazımı bu yıl biraz rötarlı
olarak yazıyorum. Bunun çeşitli sebepleri var; birincisi Patara’da Yunan desenli
bu otantik yerin tütsü kokusu yazıma sinsin istiyorum. İkincisi, yazdıklarım
arasında en zorlusu bu olacak; nitekim Erasmus rüzgârını tüm varlığıyla
hissedecek bu yazı. Ve sonuncusu, ben de herkes gibi biraz tembelim sanırımJ
Önce toy hazırlık bitti, ardında çaylak bir
ben bıraktı. Derken birinci sınıfı devirdik, gece hayatıyla tanışan bir ben
yarattı. İkiyi bitirince biraz büyüdük, akademiyle sosyal hayatı harmanladık. En
sonunda üç öyle bir dalgayla çarptı ki, yer yerinden oynadı. Avrupai rüzgârlar,
başları döndürdü. İlk kısım, filmlerdeki partileyen genç kız karakteri ile
kendi içine yolculuk yapan bir kâşif karakterinin karışımıydı. İkinci kısım ise
geleceğine odaklanan bir planlama uzmanıydı. Ve şimdi, bir göz kırpalım bakalım
bu tuzlu geçmişe. Yer yer ekşi, bazen de dudak ısırtan bir acıda, ancak
fazlasıyla tatlı; öyle ki, nostaljik bir gülümseme yayılıyor yüzünüze. Nostalji
ikiyüzlü bir histir; tatlı olduğu kadar hüzünlüdür de. Hatıralar arasında
gezinirken dalgalı sularda yüzersiniz, her dalga çarptığında farklı bir duyguyu
tetikler. İşte, şimdi de öyle bir yolculuğa çıkacağız.
Bugün 1 sene oldu büyük bir hayalin
gerçekleşmesinin üstünden geçeli. Erasmus benim kalbimde büyük yer kaplar;
hayallerime renk katardı. Çok çabaladım, çok yarıştım kendi sınırlarımla ve
sonunda açıldı kapılar ardına kadar. Önce elimde Amsterdam biletim, derken
koskoca mavi bavullarım ve işte, bulutların üstündeyim. Yanıma bir Dutch adam
oturmuştu, Hollanda seyahatim o yabancı ile paylaşılan ilk üç saat ile
başlamıştı aslında. Derken pembe hayaller cam gibi parçalandı, bavullarımı
kaybettim! Ne korkuydu ama. Üstümde göbeği açık tişörtüm, mini kot eteğim ve
Ağustos sıcağında yer kaplamasın diye ayağıma geçirdiğim kara kış botlarımla
kalakalmıştım alçaktopraklarda (Netherlands).
Bozmadık moralimizi, yükselttik sesini enerji dolu şarkıların ve yakaladık
trenimizi yeşil manzaralardan geçen. Beş ev arkadaşım ile paylaştım Dutch evimi.
Minik bir odamla beraber Portekizli, İtalyan ve Tay ev arkadaşlarım oldu. Kimseyi
tanımadan gittim ilk tanışma partilerine ve çok daha fazlasına. 5 ayı nasıl
dökebilirim ki cümlelere? Çok insan tanıdım, çeşitli kültürlere gülümsedim ve
gezmedik taş toprak bırakmadım –ya da ülkeyi düşünürsek, kanal demek daha doğru
olur. Korelilerle kültürel tartışmalar, Şilililer ile ülkenin eğitimsel
durumunu ve Ruslarla siyasi konuşmalar yaptık. Yeri geldi, Endonezyalı arkadaş
kimselerin bilmediği adalarını önerdi. Bazen Çinli bir çocuk, Türklere karşı
yapılan Çin Seddi’ni esprili bir dille anlattı. Ve en sonunda, canım Prag’lı
dostum ile bir şişe şarabı devirdik psikolojik ve hukuksal temalı sohbetlerimiz
eşliğinde. Her haftasonu tren bizi Hollanda’nın küçük şehirlerine götürdü,
yepyeni ekiplerle taze tanışmışlıklar yaşadık.
3 büyük seyahat yaptım; hepsinin yeri
birbirinden ayrı. Bir tanesini Renard ile
ay ışığının üzerine düştüğü romantizm içinde yaptık. Eyfel’e karşı içilen meyve
şarapları, Brüksel’de gün batımını seyretmeler, Barcelona’da La Sagrada Familia’ya
duyulan hayranlık ve Amsterdam’da özlemimizi gidermek için bir fincan sohbet… İkincisini
çok yakın kız arkadaşım ile yaptığım çılgın bir macera olarak tanımlarım. Prag
geceleri ve Viyana’nın büyüsü… Bu macera yalnızca Prag’da olan, Prag’da kalır ile özetlenebilir. En sonunda sonuncu
seyahatimi yapacak para kalmayınca, ben de çareyi botları Çinli bir kıza satıp
oradan aldığım para ile tren biletimi satın alarak buldum. Başka bir dost ile
Almanya’ya yapılan seyahatin ana teması, Couchsurfing ile bir gezginin evinde
konaklamak ve otostopla başka bir şehre gitmek olarak tanımlanabilir.
Erasmus ile ilgili çok hikâye anlatılabilir,
çok kelam edilebilir ve sayfalarca yazı yazılabilir. Ancak işin özü, farklı
dillerde konuşsak da aynı hislere sahibiz aslında. Kalplerimiz bir atıyor,
özlemlerimiz gözyaşlarında hayat buluyor. Hayallerimiz büyük, yaşlarımız genç
ve ruhlarımız kıpır kıpır. Portekizli dostum, trende ayrılırken bana sımsıkı
sarılıyor. Brezilyalı arkadaşım, aramızda alt tarafı bir okyanusun olduğunu ve
bunun bizi ayıramayacağını ileri sürüyor. Ve ben, arkamda çok anı bırakıyorum:
Sarhoşken yapılan çılgınlıklar, İngilizce bakılan Türk kahvesi falları ve hiç
tanımadığım Dünyalılar ile yapılan sayısız seyahat.
Çok mutluydum; yeni insanlar tanımak, her
deneyimi tatmak ve yabancı topraklarda kendi başıma ayakta kalabilmek. Çok
mutsuzdum; pek çok arkadaşımın arasında tek bir dostu özlemek, annemin yaptığı
yemeğin kokusunu içime çekmek ve sevgilimin kolları arasında huzur bulmak.
Bazen korktum; trende mahsur kaldığımda, kaybolduğumda ya da bisikletle bir
çukura düştüğümde. Çoğu zaman heyecan duydum; bilinmezliğe olan açlığımla,
yeniliğin tahrik edici düşüncesine ve gençliğin verdiği anlık kararlara. Ancak hepsinin
arasında en güzeli, harika bir kâşif oldum: Yemyeşil ormanların içinde özgürlük
sarhoşu olarak bisiklet sürdüm. Trenle inanılmaz manzaralar eşliğinde yolculuk
yaptım. Sayısız yerde yazdım, okudum ve hissettim. Her tanıştığım insan, yeni bir satır ekledi hikâyeme. Ve keşiflerin
en büyüğünü kendi içime yaptım, çünkü üniversitemin üçüncü yılı bana çok şey
kattı. Kim olduğuma dair bitmeyen sorgum, küçük çaplı tatminler yaşadı.
Ve döndüm. Her gidişin bir dönüşü var, ancak
benimkisi güzel bir dönüştü. Arkamda harika bir hikâye bıraktım, ancak dönüş
yepyeni bir kitabın ilk sayfası. Sevgilimin özlem dolu bakışlarında vuku
buldum, aileme sımsıkı sarıldım ve dostlarımla nice kahkahalar paylaştım. Üçüncü
yılımın ikinci yarısı öylesine hızlı geçti ki, daha çok özlem gidermek ve
akademik hayatım için bir yol çizmekle bitti. Son senemize yaklaştığımızın
bilinci ile buruk bir gülümseme ve olgunlaşmış bir duruşla geçti.
Bugün Patara’dayım, ancak kalbim Mezuniyet
Alanı’nda. 4 seneyi bitirdim, 4 kere bu konuyu yazdım ve 4 kere değiştim. Genç kızdım,
yetişkin oldum. Tektim, çift oldum. Çılgın, hayalperest ve delidoluydum… Eh,
biraz olgunluk serpiştirdim bu üçlemeye, ancak hala biz bir bütünüz. Yeni maceralara
yelken açacağız, yıllar devireceğiz. Dalgalar vuracak, devrileceğiz. Ancak
zamanı geldiğinde, kara görünecek. Şu an bu yelkenliden inmek istemiyorum,
ancak seneye kara göründüğünde umutsuz olmayacağım. Çünkü kara, beraberinde
basılmayı bekleyen yeni topraklar getirecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder