İnsanlar genelde eskiciler ve yeniciler olarak ikiye ayrılır. Eski müzikler, eski gruplar, kitaplar, eserler, teknolojiden uzak daha sakin, ancak mutlu yıllarının özlemini çekerler. Diğerleriyse, yepyeni teknolojilerle donatılmış, elektronik müzik, eski kitapçıların yerini almış DR'larda "bestseller" raflarını süsleyen çıtır kitaplarıyla mutlu olduğunu iddia ederler. Açıkçası ben hangi grupta olduğumu bilemiyorum bazen. Çoğunlukla eskici bir insanım, müzik zevkim ve teknolojinin bu kadar insanlığı ele geçirmediği bir zamanda yaşamanın nasıl olduğunu hep merak ederim. Ancak, her ne kadar klasikleri okumayı sevsem de (kabul, bazıları oldukça sıkıcı ve asla hepsini bitiremeyeceğim:) Bestseller kitaplarından da kopamıyorum. Ve kim söyleyebilir ki kulaklık olmadan yaşayabileceğini? Düşünsenize, gri bir yaşama bakıyorsunuz. Sıradanlığı ve sıkıcılığı görüyorsunuz. Sonra birden kulaklığınızı takıyorsunuz ve BOM! Sanki önünüzdeki manzara 180 derece değişmiş! Hayır, abartmıyorum, aslında aynı yere bakıyorsunuz, yalnızca renkli görüntülerle donatılmış bu sefer. Daha önceden arabalar, trafiğin huzursuz sesi ve kalabalık insanlar vardı, şimdiyse kalabalık insanların içinden neşeli gençleri seçiyorsunuz, trafik kulağınızdaki müziğin arka planına itilmiş, ve hatta tüm bir yaşam tıpkı filmlerdeki gibi müziğin içinde düzenli bir şekilde akıyor. Ve siz bu düşüncelerle gülümserken, filmin sessiz kısımlarına denk gelmiş hüzünlü suratlar garip bir şekilde süzüyor.
Arabadan başını uzatmış küçük bir kız çocuğu size el sallıyor.. Siz de ona..
Ve sonra.. Kulaklığınızı çıkarıyorsunuz. Sanki bir klibin son saniyeleri gibi. Müzik bitiyor, hayat başlıyor.
Gün boyu yaşadığınız sorunlar, üzüntüler, öfkeler ve şanssızlıklar, bir kabın içine doluşuyor. O kabın içinde boğuluyor, nefes alamıyorsunuz. Halbuki daha önce bu denli dar bir kaba girmek zorunda kalmamıştınız, özgürdünüz.
Ve sorunlar artarken,
Ve yüzeye çıkamayacağınızı sandığınız, çaresizlik kaplı minik bir anda,
Işık derinlere vuruyor.
Işığı ip misali tutup yukarı çıkmak istiyorsunuz. Aniden içinize bir şüphe düşüyor. İpi size salan kim? Dost mu, bu kabı yaratan kişilerden biri mi? Öğrenmenin tek bir yolu var. Yüzünüze kararlı bir bakış satın alın, tek kullanımlık olanlardan. İpe sıkıca tutunun, ve yukarı çıkın.
Hayatta bazı riskler vardır. Kimin elinizi tutacağını veya sizi bırakıp bırakmayacağınızı bilemezsiniz. Önünüzde iki seçenek vardır: Ya korkar, olduğunuz çukurda, karanlıkta, bilinmezlikte, acaba kelimelerinin istila ettiği bir ortamda yaşamınızı sürdürürsünüz. Bir kaç avuntu, dost olarak yanınızda kalır. En iyi dostunuz "En azından" ve "Zaten" dir. "Zaten o benim yanımda, gerisine ihtiyacım yok. En azından kavga etsek de barışırız, zamana bırakmak gerek." Fakat adım atacak gücü bulamayız. Eğer bir risk alırsak, küçük ve bazen de oldukça büyük, birilerinin karşısına geçip en önemli ve en rahatsızlık verici sözü söyleyebiliriz. Ve bu kelime, onların yüzüne kamçı gibi çarparken, tek kullanımlık kararlı bakışımızı yüzümüze yerleştirip gözlerine bakarız.
NEDEN?
Görüyorsunuz ya, bazen kelimeler sizi mutlu eden içkiler gibidir, etkisi geçici fakat kuvvetlidir. Ancak çoğu zaman kiralık katil gibidirler, biri söyle umursamazsınız, ama "Biri" söyler, katilin bıçağı kalbinize sapladığı an gibidir o an. Bir kaç küçük kelime.. Sizi boğar, öldürür, gömer, ve birden yeniden canlandırır.
Kelimeler, paragrafa başladığın cümle ile bitirdiğin cümle arasındaki uçurumu belirginleştirir. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder