Dün, gecenin bir yarısı kapımız çaldı. Açtım, baktım kim var diye bir anda içeri yavru bir köpek girdi; meraklı burnu ve küçüklük heyecanıyla. Bir yandan onu tutmaya çalışıp öbür yandan onu getiren küçük çocuğu dinlemeye çalışıyordum. Çocukcağız onu onlarca köpeklik bir çeteden zor kurtarmış; üzerinde yaralardan ısırık izlerine birçok darbe almış zavallı bir köpek. Tabi kalp bu dayanır mı, aldım kucağıma indim çocukla. Gece yarılarına kadar mamalar sular bulmaktı köpeklerin ulaşamayacağı yerler yaratmaktı bizim ufak çocuğun yavru köpek bakışları atarak migros depolarından koliler bulmasıydı yorucu bir gece geçirdik. Neyse sabaha kadar dursun diye de tasmayla bağladık bu yavruyu. Sabah bir uyandım, aşağı indim ne yaptı bu tüm gece diye bir anda geldi üzerime atladı! Hınzır tasmayı kopardığı gibi gelip üzerime atlıyor... Aldık dünkü koliyi, koyduk hınzırı bagaja, rotayı belirledik Barınağa.. Tabi yavru bu durur mu, ışık kırmızı olduğunda ne yaptı diye bakmak için bagaj kapağını açtığım an sen yollara fırla, ben araba kornaları eşliğinde kucağıma alıp bagaja attığım gibi yeşil yandığı an kendimi arabanın kapısından atayım. Tüm bu aksiyon aynı dakikada oldu valla. Neyse hareketli bir yolculuğun ardından barınağımıza vardık. O güne kadar da hiç barınak görmemişim, merak ediyorum bir yandan da. Tasmadan nefret eden vahşi yavrumuzu ite kaka getirdik barınağa, sonra elden kaçtı haydiii tüm veterinerler, görevliler bizim hınzırn peşinde. Bir yandan da kafeslerde çılgına dönen köpekler aralarına yeni katılan genci tanımaya çalışıyor. Havlamalar, bağırışlar derken bizim hınzır veteriner tarafından yakalandı. Hınzırı son gördüğüm an, veterinerin kollarında adamın burnunu yaladığı andı. Sadece bir saniye göz göze geldik belki; mutlu muydu bilmem. Fakat bir şeyden eminsem bizim orada birkaç gecede bu hale gelen köpeğin bu insanların elinde daha uzun bir ömre sahip olacağı gerçeği. Hınzırı verdikten sonra barınakta hızlı bir gezinti yaptık. İnanır mısınız, barınakta yüz değil iki yüz değil tam iki bin köpek varmış! İki bin can. İki bin sokakta doğan ya da sokağa atılan köpek. Cins cins, sevgi dolu yüzler. Elimi sevmek için kaldırdığımda vuracağımı zannedip başını eğen zavallı varlıklar. O an yaşadığım üzüntüyü tüm kalbimle hissettim. O korku dolu bakışları oluşturan insanlar, yaptıkları insanlık mıydı acaba? Bizim hınzır dışında orada hiç yavru yoktu. Yavruyken göze tatlı görünen tüm köpekler büyüyünce sıcacık yuvalarından buz gibi gerçeğe atılmıştı. Hiç bilmedikleri soğuk, karanlık, aç bir dünyaya. Sordum, bu köpekleri sahipleniyorlar mı diye. Çok az abla dedi. Ayda bir kez iki kez. İki bin köpek. Bir kez iki kez. Belki bir canı kurtardık fakat geriye kalan binlerce can? Soğuk sokaklardan alınıp soğuk parmaklıkların ardına konuldular. Yemek, içecek ve güven için özgürlüklerini kaybettiler. Belki bizim yavrunun bir şansı olur diye avutuyoruz kendimizi, kalan yetişkin köpeklere göre. Belki birileri onu sıcak evlerine davet eder ailenin bir üyesi olsun diye. Ama nereye kadar? Tatlılığını kaybedip bir yetişkin oluncaya kadar mı? Barınaktan alınıp sonunda oraya geri dönmek için mi? Hayır, bir şey kaybeden biri varsa bu köpekler değildir. Köpekler tatlılığını değil, insanlar insanlığını kaybediyorlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder