Hepimiz çocukluktan bu yana geleceğimiz ve seçeceğimiz meslek hakkında bitmek bilmez sorulara tabii tutulmuşuzdur. İnsanlar size bu soruyu sorarken doktor, öğretmen, avukat gibi belirli cevaplar beklerler. Onlara göre olmanız gereken meslek yeterli bir maaş ve güzel bir prestij sahibi olmalıdır; mutluluk ikici plana atılmıştır. Bu tarz yönlendirmeler ve sorular eşliğinde hepimiz birer meslek seçeriz. Ancak bu meslek illa bilgisayar mühendisi mi olmalıdır? Savcı mı? Bir arkadaşımın yıllardır okumak istediği tek bölüm grafik tasarım. Ailesi durmadan oğlunu diğer mesleklere yönlendirmeye çalışıyor. Bir keresinde annesinin, "Oğlum bak bilgisayar mühendisi olmalısın bence. Hem tıpkı grafik tasarım gibi bunda da bilgisayarlar var." dediğine tanık olmuştum. İlginç bir ikna yöntemiydi doğrusu.
20-25 yaşına gelene kadar okuyoruz. Bazıları daha az bazıları daha çok.. Ama herkesin bir ortak noktası varsa, bu da mezun olduktan emekli olana kadar çalışacağımız gerçeğidir. Para kazanacağız; geçinmek için, doymak için, sıcak bir ev için ve en önemlisi de hayallerimizi gerçekleştirmek için. Evleneceğiz; evimiz, çocuklarımız ve onların geleceği için çalışacağız. Emekli olacağız; ne kadar çalıştığımız ve ne kadar biriktirdiğimize göre hayatımızın son mevsimini en rahat şekilde geçireceğiz. Peki bu "çalışma ve para kazanma" olayı gerçekten sıkıcı ve mutsuz olmak mı zorunda? Hayali grafik tasarım olan bir çocuğun mühendis olmasıyla mı sonuçlanmak zorunda? Size olası iki hayat göstermek istiyorum:
1. İlk hayatta çocuk ailesinin isteği ve yönlendirmesi sonucu bilgisayar mühendisi olmaya karar vermiştir. Çok çalışmış, notlarını yüksek tutmuş ve en iyi üniversitelerden biri olan Bilkent'in Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazanmıştır. İstanbul'dan Ankara'ya gitmiş, yurtta kalmış ve seneler sonra mezun olmuştur. Üniversitedeki en güzel yıllarını sevmediği bir bölüm okuyarak geçirmiş, mezun olduktan sonra da işe girmiştir. Yıllar geçmiş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Eve yorgun argın gelir, çocuklarıyla az zaman geçirir, evde de işine devam edermiş. Ne bir güler yüz ne de ilgi göremeden büyüyen çocuklar, hayata soğuk bakan, çekingen kimseler olmuştur. En sonunda eşinin bu ilgisiz ve depresif hallerinden sıkılan karısı çocuklarını da alıp onu terk eder. Yapayalnız kalan adam, geçindirecek bir ailesi olmayınca işi boşlamaya başlar ve kısa süre sonra kovulur. Parasını boş işlere harcar, emeklilik yaşı geldiğinde de bir sürü borca batmış bulur kendisini. Hayat onu tüketmiştir.
2. Şimdi de ikinci hayata bakalım. Çocuk ailesinin ve çevresinde bulunanların tüm ısrarlarına rağmen kendi bildiğini okumuş, hayalini gerçekleştirmeye karar vermiştir. Tüm zamanını çalışarak ve çizim yaparak geçiren çocuğun ne kadar yetenekli olduğu kısa sürede keşfedilmiş. En sonunda o kadar da yaygın olmayan bu bölümün bulunduğu adı pek duyulmamış bir üniversiteye gitmiş. Derslere herkesten hevesli katılmış, onun bu neşesi arkadaşlarına da geçmiş ve güzel bir sosyal hayatı olmuş. Hevesiyle akademisyenlerin de ilgisini çeken çocuk, mezun olduktan sonra kolayca işe girmiş. Hayatı boyunca yavaş yavaş basamakları tırmanıp işinin zirvesine ulaşmış. Mutlu bir evlilik yapmış, her gün güler yüzle işten dönüyor, boş zamanlarında ailesiyle vakit geçiriyormuş. Çocukları babasının hikayesinden hayallerini kovalamanın ne denli önemli olduğunu öğrenmiş. Kendi gibi mutlu bir aileye sahip olan adam, emekli olana kadar para biriktirmiş ve yaşlandığında bu parayla ailesiyle dünya turuna çıkmış.
Elbette bu yazdığım iki hikaye olası yüzlerce hayattan yalnızca ikisiydi. Tüm bir hayatın bir seçimle şekillenmesi ile ilgiliydi. İnsanların ne istediği değil, kendi hayatın için senin ne istediğin, neyi seçtiğin ile ilgili. Başkalarının senin hayatında ne kadar söz sahibi olmasına izin verirsen, o kadar onların senin hayatını yaşamasına izin verirsin. Herkes kendi hayatının baş kahramanıdır, başkalarının sizi basit bir figür yapmasına izin vermemeniz dileğiyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder