22 Aralık 2015 Salı

Define Adası İstanbul

 Hayatımın dört çocukluk senesi dışında hep İstanbul'da yaşadım. İstanbul diyorum ama kenarda köşede gerçek İstanbul'dan uzak semtlerde, trafiğin normal seviyede olduğu ve nüfusun az olduğu yerlerdeydim ben. Ne bir Ayasofya görmüşlüğüm ne de Karaköy'de yürümüşlüğüm vardı. İçimde bitmek tükenmek bilmeyen yurt dışı seyahat aşkını bu kez yurduma yansıtmaya karar verdim. Yolların ne kadar uzun süreceği ya da trafikte harcanan zamanı umursamadım ve kendi başıma ilk adımlarımı attım. O ilk adımlar büyüdü, her türlü toplu taşıma aracını kullanan ve keşfe doyamayan sabırsız adımlara dönüştü. Evim Avrupa'da ve üniversitem de Asya Yakasında olunca gezmek için daha büyük bir şans yakaladım.
  Arkadaşlar arasında genelde organizasyonları yapan ben olurum. Hadi şuraya gidelim, burayı deneyelim, bu festival nasıldır acaba, şu müzede bulunalım ve fikirler böyle devam eder. Ne şanslıyım ki benimle gezmekten zevk alan dostlarım var.
 Bir gün Avrupa yakasında olan arkadaşlarla Taksim'e gittik. Bu kadar gece hayatıyla ve elbette ki unutulmaz yılbaşı geceleriyle ünlü Taksim.. Dükkanların ışık saçtığı ve her köşede bir sokak sanatçısının müziğini duyduğumuz Taksim.. Duvarlarda Graffitiler, sokaklarda leziz yemek kokuları. Bembeyaz bir örtünün altında kıpkırmızı tramvayın geçtiği o an. Gençlerin vazgeçilmezi, turistlerin uğrak yeri. Taksimden Beyoğlu'na ve oradan Karaköy sokaklarına yürüdük. İstanbul'un en önemli simgelerinden biri olan Galata Kulesi'nin önünden geçtik.  Kalbi Galata olan Karaköy'ün daracık damarlarından aşağı yürüdük. Eski İstanbul'un bu büyüleyici semtini görmek harikaydı.

  Bir başka günümü Anadolu Yakasında yaşayan dostlarla Kadıköy'de buluşarak geçiriyoruz. Kadıköy'ün yeri benim için her zaman ayrıdır. İçinde yıllardır alınmayı bekleyen kitaplarla dolu sahafları, Kibrit Kutusu gibi tatlı isimleriyle cafeleri, yaratıcılık saçan dükkanları, kedilerin mışıl mışıl uyuduğu ve fırından yeni çıkmış kurabiye kokusunun sindiği o dar sokaklarıyla her an kendimi mutlu hissetmemi sağlayan bu güzel yer. Her gidişimde ayrı bir yer keşfederim; 5. katından harika bir İstanbul manzarası sunan bir restoran da olabilir, anlatacak harika hikayeleri olan yaşlı bir adamın çok eski sahafı da.. Her gidişimde uğradığım bir sahaf var. "Geçmiş Kokan Kitaplar" adlı yazımda da bahsetmiştim. İstanbul'da yaptığım şüphesiz en güzel keşif o sahaftı. Hele tatlı tatlı atıştıran yağmurda Moda'da bir cafe'ye sığınıp latte içmenin verdiği mutluluk yok mu! Ah, ahh..

 Tabi Anadolu'da Üsküdar'a gidip Kız Kulesi'ne karşı kahvaltı etmediyseniz geç kalmış sayılmazsınız; ancak hemen yapmalısınız!. Bu Kadıköy vapurlarında martılara simit atmak ya da Haydarpaşa Garı'na karşı bir bankta oturup dumanı tüten çayınızı içmek kadar önemlidir. Bu deneyim yaşanmadığı takdirde büyük bir eksikliğin kurbanı olacaksınız! Üsküdar'da karnınızı doyurduktan sonra Kuzguncuk'a geçmek de şart tabi. O renkli evlerin arasında, Kuzguncuk Bostanının yanından yürümek ve Ortodoks Kilisesini görmek de ayrı bir zevktir. Buraya daha önce gelemediğim için çok üzülmüştüm; lütfen ilk fırsatta gidilecek listenize ekleyin bu tarihi semti.

  Gezdiğim çok yer; gezeceğim daha da çok yer var. Herkes bir Eiffel Kulesi'nde çekilmiş fotoğraf ya da Özgürlük Heykeli'ni görmek ister. Oysa bizim şehrimiz her semtinde ayrı güzellik taşıyan eşsiz bir yer. Derin ve köklü tarihiyle Eski İstanbul'u da görmek mümkün, ışıltılı dükkanları ve her bir markasıyla Avrupa şehirlerini aratmayan yerleri de görmek mümkün. Sultanahmet meydanında tarihin tadını çıkarırken, Nişantaşında alışverişe doyabilirsiniz. Yağmur-kahve-kitap tarzı insanların mekanı Kadıköy ve gece hayatının bir numaralı durağı İstiklal Caddesinde vakit geçirebilirsiniz. Eğer içinizde biraz merak, keşif arzusu ve seyahat aşkı varsa İstanbul tam bir hazine!

Not: Şu harika videoyu da şuraya bırakayım, izlediğim en güzel Türkiye videosu..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder