Geçen gün bir film izledim: Le tout nouveau testament. Film bize şöyle bir soru soruyordu: Eğer öleceğiniz tarihi bilseydiniz, geriye kalan ömrünüzü nasıl geçirirdiniz?
Herkesin farklı bir başa çıkma yöntemi vardır. Bazıları bu bilgiyi sınamak ister, sonuçta insan doğası şüphecidir. Sonuçta daha önünüzde elli seneniz olduğunu bilseniz, kendinizi onuncu kattan aşağı atmakta bir sakınca görmezsiniz. Peki ya yalnızca on ayınız kaldığını öğrenseniz? Ya da on saat, ve hatta on dakika? Öleceğiniz anın geldiğini düşünün. Gerçekten de hayat bir film şeridi gibi akıyor mudur acaba? Hayallerimiz, ne kadar gerçeklerle örtüşmüştür? Yanımızda kim olmasını isteriz, ancak onun yerine bir başkasının yüzünü mü görürüz? Amaçlarımıza ve hayallerimize ne kadar yaklaşabildik? Pişmanlıklarımız, doğru seçimlerimize gölge düşürdü mü? Filmin sonu gelmiştir ve tek merak ettiğimiz yazılardan sonra bir sahne daha çıkacak mı sorusudur.
Bazı insanlar bu soruyu bir fırsat olarak değerlendirir. İşin çok sıkıcı, patronun tam bir zorba ve hayatta istediğin yerde değilsin. Tam o anda bir mesaj alıyorsun, hayatının son bir yılındasın. Belki de işi bırakmak ve hep hayalini kurduğun gibi Mısır'da bir arkeolog olmak için tam zamanıdır. Piramitleri görmek için son bir sene sonuçta! Tabi bazıları içinse tam bir geri sayım mekanizması. Bir gün yaşlı aileni kaybedeceğini bilirsin; fakat bunun hangi gün olacağını öğrenmek bambaşkadır. Onlarla yeterince zaman geçirmezsin çünkü daha önünde çok uzun bir zaman olduğunu düşünürsün; ancak yoktur. Hangi ebeveyn çocuğunun onlardan önce öleceğini öğrenmek ister ki? Hangi baba, çocuğunu hiçbir şekilde koruyamayacağını kabul etmek ister?
Maddiyatın çok değer gördüğü bir dünyada yaşıyoruz. Elbette insanlar bu bilgiyi kendi amaçları için kullanacaklar. İnsanlar gerçek değil, hayal satacaklar. Son zamanlarını en güzel şekilde geçirmeleri için, son kuruşlarını onlara bırakmaları için uğraşacaklar. Eğlence ve keyif sektörü kazanırken, geleceğe yönelik yatırımlar suyunu çekecek. İnsanlar geleceği değil, anı düşünecekler çünkü artık her anın bir kıymeti var. Daha önce de vardı, fakat bunu göremiyorlardı. İnsanlar yarın için çalışırken bugünü kaybediyorlardı. Belki din daha çok önem kazanır, insanlar daha çok ölüm sonrası yaşama inanmak ister. Son günlerinde dua ederler. Belki de tam tersi olur; ölümden kaçış ya da kurtuluşun olmadığını anlarlar. Güvenlik şirketlerinin birbirinden değişik sloganları olur: "Ölüm geçirmez kapılar ve güvenlik sistemleri." Umutsuz bir umut arayışı başlar dünyada.
Tabi bu kürenin karanlık tarafı olduğu gibi bir de güneş gören tarafı var. Küreyi döndürüyorum, şimdi aydınlandı. Bence insanlar ne kadar ömürleri olduğunu öğrenseydi daha çok seni seviyorum derlerdi. Sevmedikleri işlerini bırakırlar ve yarım kalan üniversiteyi bitirirlerdi. Hiç görmedikleri yerlere seyahat eder ve daha çok özür diler, affedilmek isterlerdi. Daha çok konsere gider, tiyatro izler ve kitap okurlardı. Belki daha çok şiir yazar, ıslanır, kar topu savaşı yapar ve o çok pahalı görünen restoranlara giderlerdi. En çok da sevdikleriyle vakit geçirirlerdi. Yaşlılar daha çok ziyaret edilir, küçüklerin başları daha çok okşanırdı. Ölüm, çok daha gerçek ve somut olduğunda hayat daha değerli olurdu. İnsanlar, hiç yaşayamadıkları hayatı yaşamak isterlerdi.
Yapmanız gereken herhangi bir görevi düşünün. Bu görevi süresiz ve rahat bir şekilde yapmak var; zamana karşı bir yarış içinde ve süreye tabi tutularak yapmak var. Görev, aynı görev. Fakat ikincisinde sürenin daraldığını görüyorsunuz. O görevi en iyi şekilde yapmak, en güzel haline getirmek için kısıtlı süreniz var. Aslında hepimiz bir geri sayım mekanizmasına hapsolmuşuz, yalnızca sayıları göremiyoruz. Bu belirsizlik; bizim rahatlığımız, umursamazlığımız ve her geçen gün hayallerimizi ertelememizin başlıca sebebi. Peki ya sayıları görseydik? O zaman "yarın ölecekmiş gibi" yaşar mıydık ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder