Evren, sonsuz krallıktan oluşan sonu belirsiz bir yerdi. Her güneş sistemi bir krallıktı ve yıldızlar kraldı. Bizim güneş sistemimizin büyük kralı Güneş idi. Bu büyük krallık, bölünmüş ve her bir parçası daha küçük krallara verilmişti. Her gezegen küçük bir kraldı. Bazıları daha güçlü, bazıları daha zayıftı. Ve tabii ki savaşlar vardı. Gök taşları düşmandı ve her an gezegenlere saldırıyorlardı. Daha güçlü olan kral Jupiter daha fazla korumaya ve askere sahipti. Uydular onu her daim koruyorlardı. Ve Dünya gibi daha zayıf krallar daha az korumaya sahipti. Ay, bizim tek askerimiz olmakla beraber işinde oldukça başarılıydı. Her şeye rağmen krallıklar bir düzen içinde yaşıyordu.
Büyük imparator Güneş sayesinde "yaşam" vardı. Jüpiter gibi büyük bir kral ya da Satürn kadar güzel bir kraliçe değildik, ancak hepsinden daha değerli bir hediye bahşedilmişti bize : Yaşam. Dünya, yeşiliyle mavisiyle her türden canlısıyla diğer krallar tarafından kıskanılan bir yerdi. Güzellik ve ihtişamıyla en büyük ikinci orduya sahip sahip Satürn'ün bile ilgisini çekiyorduk. Ve bu krallıkta bir gezegen daha vardı ki, tüm kralların küçümsediği ve sevmediği, hatta baş kaldırışından sonra krallık unvanının bile alındığı bir gezegen: Pluton. Pluton'un hüzünlü bir hikayesi vardı aslında: O, askerine aşık olmuştu. Diğer gezegenler uydularından kat be kat büyükken, Pluton uydusundan yalnızca iki kat büyüktü. Onları "kral ve asker" olarak değil, kral ve kraliçe olarak görünüyordu ki bu çok yanlıştı. Çünkü bir kral ve asker asla birbirlerini sevemezlerdi. Öyle ki sonunda diğer krallar birlikte aldıkları bir kararla onun "kral" unvanını aldılar. Plüton, taş gibi kalbiyle ve diğer gezegenlerden daha yatık olmasıyla dışlandı ve büyük krallığın en uzak noktasına sürgün edildi. Çoğu yaşlı yıldızın anlatımına göre pluton genç bir kralken Güneş'in en sevdiği gezegenlerden biriymiş ve ona çok yakınmış. Ancak sürgününden sonra krallığın en uzak noktasında, "cüce gezegen" sıfatıyla yaşamına devam etti.
Plutonun baş kaldırışından etkilenen başka gezegenler de vardı. Satürn'den sonra en güzel ikinci kraliçe olan Venüs, Pluton'un sürgününden çok etkilenmiş ve üzülmüş; o günden sonra isyan ederek ters yöne dönmeye başlamıştı. Akıntının ters yönüne ilerleyen iki damlaydı onlar... Ancak Venüs o kadar güzeldi ki ve o kadar parlaktı ki Güneş onu sürgün edemedi. Bu krallıkta bir düzen vardı, peki ya adalet? Evren tarihinde bir çok büyük İmparator'un dayanamayıp intihar ettiğini ve patladığını, ardından da koca bir kara delik bıraktığı bilinmekteydi. Tüm kralların korkulu rüyasıydı bu kara delikler. O yüzden herkes İmparator ile iyi geçinir, onun verdiği kararlara uymak zorunda kalırdı.
İşte böyle bir hikayesi vardı Evren'in. Büyük gizemleriyle, açıklanamayan olaylarıyla, uzun tarihiyle sonsuzluğun merkeziydi. İçinde sayısız krallık, büyük İmparatorlar, küçük krallar, askerler, düşmanlar ve düzenden sıkılmış düzensizler vardı. Kural tanımazlar... Büyük aşklar... Yıkım dolu patlamalar... Bir gün kendi krallığını kurma hayaliyle yaşayan genç yıldızlar... Her ne olursa olsun Evren görsel bir şölendi, bir sanat eseriydi. Her varlık, kendi rengiyle boyuyordu bu tabloyu. Peki Evren bir tabloysa, geriye tek bir soru kalıyordu:
Ressam kimdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder