30 Mart 2018 Cuma

Sen, Ben ve Kırmızı Papatya

  Beşiktaşa yağmur yağıyor bugün. Halbuki güneş gözlüklerimin ardından bakıyordum, tenime değen güneşe. Hayat bu, aldanmayacaksın güneşe. Bir an neşeli yüzünü döner, bir diğer an gözleri yaşlıdır. Vapurda, kollarının arasında denizi seyrediyorum. Martılar, rutin hayatlarını sürdürüyorlar tepemizde. Özgürler mi emin değilim. Her gün, her an vapurları takip ediyorlar. İstedikleri yere uçabilecekken, vapur motoru sesinin kölesi olmuşlar. Beşiktaş sokaklarında yağmurun sesiyle hızlanan adım sesleri karışmış birbirine. İnsan, doğası gereği aceleyle sığınmaya çalışıyor sıcak bir yere. Kaçma çabasında canım yağmurdan. Islanmıyor, yürümüyor ya da çıkarmıyor tadını. Biz mi? Yağmur birikintilerine atlıyorum, küçük bir çocuk neşesiyle. Başımızda bir şemsiye kubbesi, sağanağın en yoğun olduğu yere sürüyorsun bizi. Çıkıyoruz bu can sıkıcı kubbe altından, ve saçlarımdan yağmur damlaları akıyor üstüme. Belki biraz üşüyoruz, Mart yine yapmış sürprizini. Beklentileri karşılamayan Mart, sıcak gösterip soğuk üflüyor yüzümüze. Sonunda sığınıyoruz, adı olmayan bir kahve evine. Ben sokağa yakın oturmayı severim, duymak isterim doğanın bestesini. Sıcak kahvemi yudumlarken, karşımda yeşil bir ev, evin kaldırımlarında gözlemci bir kedi, kedinin üstünde camdan etrafa bakan bir ihtiyar... Ve beni izleyen gözlerin. Bu minik, değerli ve eşsiz anı zihnine kaydeden sen. "Yokluğunda hatırlayacağım bu anları." 
   Yağmur sakinken, yola devam ediyoruz. Bir yaşlı teyze, renkli çiçeklerin arasında kayıp. Umutsuzca etrafına bakıyor, romantik güllerini ve dostane papatyalarını satmak için. Islanmış. Üşümüş. Yalnız. Bana kırmızı bir papatya alıyorsun, büyük olanlardan. Dünyalar benim oluyor, bu çiçek artık yalnız değil. Evlat edindim onu. Sen, ben ve kırmızı papatyamız. Bir dükkana giriyoruz, sihirli bir asa satıyorlar. Belki de hayal gücümüz onu büyülü kılıyor. Ben bir büyücüyüm; asamla çiçeğimi tanıştırıyorum. Kapıyorum gözlerimi, bir öpücük hissediyorum yanağımda. Asanla yanağımda bir öpücük yarattın; çünkü senin sihrin gerçek. 
   Gençliğimizin verdiği heyecanla son Kadıköy vapuruna koşturuyoruz. Nefes nefese, kahkaha kahkahaya kalmışız. Son koltuklar, cam kenarı tabii ki. Karşıma oturuyorsun. Kız kulesi, ardında batan güneş ve dalgaların sesi. Yüzüne yansımış gün batımı, dalgın bakışların turkuaz dalgalarda...Seni izliyorum. Çikolata kahvesi gözlerinde turuncu ışıltılar, rüzgarla karışmış saçların ve derin bakışların. Biliyorum, gelecekte takılmış zihnin. Henüz yaşamadığımız özlemi düşünüyorsun, daha kalplerimize düşmemiş hasreti hissediyorsun. Sana baktığımı fark ettiğindeyse zihnindeki kara bulutlar dağılıyor. Gülümsüyorsun, dudağının sağ ucu yukarı kıvrılıyor. Soğuk elim, sıcak elinde ısınıyor.
  Kadıköy.. Günü batırdık az önce Haydarpaşa'da. Müziğin kulağımıza çalınıyor Haldun Taner'den geçerken. Yürüyoruz, ıslak zeminde iki çift ayak sesi kalana dek yürüyoruz. Sokak sanatçıları, kahve kokuları ve samimi ruhuyla önümüzde uzanıyor canım Kadıköy'üm. Gece bizim mekandayız. Buraya özgü klasik rock esintileri, boğazımızdan akan renkli içki ve rahatlayan bedenlerimiz. İstemsiz gülüşler, birbirimize olan güvenle çıkmasına izin verdiğimiz sözler ve anın tadını çıkaran iki ruh. Hislerimiz sözlerden saklanabilir, ama bakışlardan kaçamaz. Gözlere yansır neşeyle hüzün. Yalanı yoktur gözlerin, kalplerimizin dürüst yüzü.
  Beraberken tamamlanan, biz olmadan kayıp iki parçayız belki de. 
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder