Bazen sadece gitmek istiyorum. Nereyesi, nasılı, ne zamanı önemsiz. Gitmek. Yol. Rotasız ve sadece rüzgar eşliğinde.
Bazen de kalmak istiyorum. Alışkanlıklarım ve anılarım ile güvenli, sıcak yuvamda. Özlem duygusunun keskin dokunuşunu yaşamak istemiyorum.
Aradayım.
Boşluktayım.
Hem çok doluyum, taşıyorum.
Hem de eksiğim, paramparça.
Ve arada kalanlar belirsizlikte kaybolurmuş. Yönsüz, rotasız ve kayıp.
Gitmek ya da kalmak.
Bilinmezliğin kalbine giden bir yolculukta kendi benliğimi keşfetmek istiyorum. İçimdeki derinliği görmek, açılmamış kapıları aralamak ve içimde saklı "ben" ile tanışmak. Gitmek. Yolda olmak. Özgürlük, umursamaz bir tavır ve biraz da cesaret. Tavırlar değişir, görüşler evrilir ve hisler derinleşir. Evet, gitmem lazım.
Fakat içimde bir minik, narin ses var "kal" diyen. Carpe diem diye fısıldayan. Acelen ne, zamana ayak uydur diye paylayan. Anılarımı bir silah gibi doğrultmuş bana. Ne zaman gülümsediğim anılar bende hüzün yaratır oldu? Ne zaman sığınağım olan sevecen geçmişim, bir büyük kaygı oldu? Ve kalmak istediğimde, içimdeki "git" diyen derin arzuyu nasıl bastırabilirim ki...
Aradayım. Her seçim bir vazgeçiştir. Özlem, kalbimde derin bir yara açıyor. Bu hissi kalbimden çıkarıp atmak istiyorum; arkada bıraktığım yara bir gün iyileşecek. Gel gör ki asıl soru bu değil. İçimdeki yara geçmişe dair bir özlem mi, yoksa yaşanmamışlıklara duyulan bir acımasız duygu mu? İşte. Mesele. Bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder