22 Aralık 2015 Salı

Define Adası İstanbul

 Hayatımın dört çocukluk senesi dışında hep İstanbul'da yaşadım. İstanbul diyorum ama kenarda köşede gerçek İstanbul'dan uzak semtlerde, trafiğin normal seviyede olduğu ve nüfusun az olduğu yerlerdeydim ben. Ne bir Ayasofya görmüşlüğüm ne de Karaköy'de yürümüşlüğüm vardı. İçimde bitmek tükenmek bilmeyen yurt dışı seyahat aşkını bu kez yurduma yansıtmaya karar verdim. Yolların ne kadar uzun süreceği ya da trafikte harcanan zamanı umursamadım ve kendi başıma ilk adımlarımı attım. O ilk adımlar büyüdü, her türlü toplu taşıma aracını kullanan ve keşfe doyamayan sabırsız adımlara dönüştü. Evim Avrupa'da ve üniversitem de Asya Yakasında olunca gezmek için daha büyük bir şans yakaladım.
  Arkadaşlar arasında genelde organizasyonları yapan ben olurum. Hadi şuraya gidelim, burayı deneyelim, bu festival nasıldır acaba, şu müzede bulunalım ve fikirler böyle devam eder. Ne şanslıyım ki benimle gezmekten zevk alan dostlarım var.
 Bir gün Avrupa yakasında olan arkadaşlarla Taksim'e gittik. Bu kadar gece hayatıyla ve elbette ki unutulmaz yılbaşı geceleriyle ünlü Taksim.. Dükkanların ışık saçtığı ve her köşede bir sokak sanatçısının müziğini duyduğumuz Taksim.. Duvarlarda Graffitiler, sokaklarda leziz yemek kokuları. Bembeyaz bir örtünün altında kıpkırmızı tramvayın geçtiği o an. Gençlerin vazgeçilmezi, turistlerin uğrak yeri. Taksimden Beyoğlu'na ve oradan Karaköy sokaklarına yürüdük. İstanbul'un en önemli simgelerinden biri olan Galata Kulesi'nin önünden geçtik.  Kalbi Galata olan Karaköy'ün daracık damarlarından aşağı yürüdük. Eski İstanbul'un bu büyüleyici semtini görmek harikaydı.

  Bir başka günümü Anadolu Yakasında yaşayan dostlarla Kadıköy'de buluşarak geçiriyoruz. Kadıköy'ün yeri benim için her zaman ayrıdır. İçinde yıllardır alınmayı bekleyen kitaplarla dolu sahafları, Kibrit Kutusu gibi tatlı isimleriyle cafeleri, yaratıcılık saçan dükkanları, kedilerin mışıl mışıl uyuduğu ve fırından yeni çıkmış kurabiye kokusunun sindiği o dar sokaklarıyla her an kendimi mutlu hissetmemi sağlayan bu güzel yer. Her gidişimde ayrı bir yer keşfederim; 5. katından harika bir İstanbul manzarası sunan bir restoran da olabilir, anlatacak harika hikayeleri olan yaşlı bir adamın çok eski sahafı da.. Her gidişimde uğradığım bir sahaf var. "Geçmiş Kokan Kitaplar" adlı yazımda da bahsetmiştim. İstanbul'da yaptığım şüphesiz en güzel keşif o sahaftı. Hele tatlı tatlı atıştıran yağmurda Moda'da bir cafe'ye sığınıp latte içmenin verdiği mutluluk yok mu! Ah, ahh..

 Tabi Anadolu'da Üsküdar'a gidip Kız Kulesi'ne karşı kahvaltı etmediyseniz geç kalmış sayılmazsınız; ancak hemen yapmalısınız!. Bu Kadıköy vapurlarında martılara simit atmak ya da Haydarpaşa Garı'na karşı bir bankta oturup dumanı tüten çayınızı içmek kadar önemlidir. Bu deneyim yaşanmadığı takdirde büyük bir eksikliğin kurbanı olacaksınız! Üsküdar'da karnınızı doyurduktan sonra Kuzguncuk'a geçmek de şart tabi. O renkli evlerin arasında, Kuzguncuk Bostanının yanından yürümek ve Ortodoks Kilisesini görmek de ayrı bir zevktir. Buraya daha önce gelemediğim için çok üzülmüştüm; lütfen ilk fırsatta gidilecek listenize ekleyin bu tarihi semti.

  Gezdiğim çok yer; gezeceğim daha da çok yer var. Herkes bir Eiffel Kulesi'nde çekilmiş fotoğraf ya da Özgürlük Heykeli'ni görmek ister. Oysa bizim şehrimiz her semtinde ayrı güzellik taşıyan eşsiz bir yer. Derin ve köklü tarihiyle Eski İstanbul'u da görmek mümkün, ışıltılı dükkanları ve her bir markasıyla Avrupa şehirlerini aratmayan yerleri de görmek mümkün. Sultanahmet meydanında tarihin tadını çıkarırken, Nişantaşında alışverişe doyabilirsiniz. Yağmur-kahve-kitap tarzı insanların mekanı Kadıköy ve gece hayatının bir numaralı durağı İstiklal Caddesinde vakit geçirebilirsiniz. Eğer içinizde biraz merak, keşif arzusu ve seyahat aşkı varsa İstanbul tam bir hazine!

Not: Şu harika videoyu da şuraya bırakayım, izlediğim en güzel Türkiye videosu..



28 Kasım 2015 Cumartesi

İki Nokta..

 Hiç eksik olduğunuzu hissettiniz mi? Okuyor, yazıyor, geziyor, uyuyor ve dinliyoruz. Yeni insanlarla tanışıyor, bazen de eskileri kaybediyoruz. Her yeni gelen bir parçayla yerleşmiş bir başkası eksiliyor. Her gün tamamlanmayı bekliyoruz; bizi tamamlayacak olanı. Bazen müzik oluyor, bazen birkaç dize.. Gün geliyor kahve oluyor ve bir parça yağmur. Hayallerimizle doldurmayı deniyoruz; gerçekleşebilecek olanlarla ya da en azından öyle umut ettiklerimizle. Gün geliyor hayal kırıkları kapıyor o eksikliği. Umutsuzluk. Güvensizlik. Her bir kırık yeni bir deneyim aslında. Ve kazanılan her yeni deneyim hayata atılmış yeni bir parça. Hayat da bu değil mi aslında. Bir denge meselesi. Bir parça eksilir, bir parça yerleşir. Ancak öyle parçalar var ki, eksiliği asla dolmaz. Yalnızlık gibi. Her insan yalnızdır. Kalabalık dediğimiz şey ne ki aslında? Yalnız insanlardan oluşan bir grup sadece. Yalnızlığı doldurmaya çalışan, rutini değiştirmeye çalışan bir grup insan. Her anını biriyle geçirebilir, kalbini açabilirsin. Fakat o çok güvendiğin insan seni düşüncelerinden koruyabilir mi? Korkularından? Seni ruhun derin yalnızlığından koruyabilir mi? Müziği kaçış bileti olarak gören ve dizelerde kendini kaybeden ruhuna dokunabilir mi? Güç nedir bilir misiniz? Güç; gelip geçici olanı kalıcı yapandır. Ve gün gelir aynı güç kalıcı olanı yeniden geçici yapar. Bu gücü kime vereceğimiz de duygusal olmaktan pek hoşlanan kalbimize kalır tabi. Deneyimlerle yontulan ve bazen de hiç akıllanmayan kalbimiz.. Minik bir melodiyle aklı başından giden ve bazen de tek bir sözle yerle bir olan kalp.. Eksikleri doldurmak için sonsuz bir arayışta olan, yanlış kişilere o gücü veren ve bazen de kendini anlatmak için yalnızca iki noktaya ihtiyaç duyan kalbimiz. Üç nokta tamamlanmıştır, kendini ifade etmek için bazen sadece iki nokta yeterlidir..


20 Kasım 2015 Cuma

Hayal Mühendisi

 Hepimiz çocukluktan bu yana geleceğimiz ve seçeceğimiz meslek hakkında bitmek bilmez sorulara tabii tutulmuşuzdur. İnsanlar size bu soruyu sorarken doktor, öğretmen, avukat gibi belirli cevaplar beklerler. Onlara göre olmanız gereken meslek yeterli bir maaş ve güzel bir prestij sahibi olmalıdır; mutluluk ikici plana atılmıştır. Bu tarz yönlendirmeler ve sorular eşliğinde hepimiz birer meslek seçeriz. Ancak bu meslek illa bilgisayar mühendisi mi olmalıdır? Savcı mı? Bir arkadaşımın yıllardır okumak istediği tek bölüm grafik tasarım. Ailesi durmadan oğlunu diğer mesleklere yönlendirmeye çalışıyor. Bir keresinde annesinin, "Oğlum bak bilgisayar mühendisi olmalısın bence. Hem tıpkı grafik tasarım gibi bunda da bilgisayarlar var." dediğine tanık olmuştum. İlginç bir ikna yöntemiydi doğrusu.
  20-25 yaşına gelene kadar okuyoruz. Bazıları daha az bazıları daha çok.. Ama herkesin bir ortak noktası varsa, bu da mezun olduktan emekli olana kadar çalışacağımız gerçeğidir. Para kazanacağız; geçinmek için, doymak için, sıcak bir ev için ve en önemlisi de hayallerimizi gerçekleştirmek için. Evleneceğiz; evimiz, çocuklarımız ve onların geleceği için çalışacağız. Emekli olacağız; ne kadar çalıştığımız ve ne kadar biriktirdiğimize göre hayatımızın son mevsimini en rahat şekilde geçireceğiz. Peki bu "çalışma ve para kazanma" olayı gerçekten sıkıcı ve mutsuz olmak mı zorunda? Hayali grafik tasarım olan bir çocuğun mühendis olmasıyla mı sonuçlanmak zorunda? Size olası iki hayat göstermek istiyorum:
    1. İlk hayatta çocuk ailesinin isteği ve yönlendirmesi sonucu bilgisayar mühendisi olmaya karar vermiştir. Çok çalışmış, notlarını yüksek tutmuş ve en iyi üniversitelerden biri olan Bilkent'in Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazanmıştır. İstanbul'dan Ankara'ya gitmiş, yurtta kalmış ve seneler sonra mezun olmuştur. Üniversitedeki en güzel yıllarını sevmediği bir bölüm okuyarak geçirmiş, mezun olduktan sonra da işe girmiştir. Yıllar geçmiş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Eve yorgun argın gelir, çocuklarıyla az zaman geçirir, evde de işine devam edermiş. Ne bir güler yüz ne de ilgi göremeden büyüyen çocuklar, hayata soğuk bakan, çekingen kimseler olmuştur. En sonunda eşinin bu ilgisiz ve depresif hallerinden sıkılan karısı çocuklarını da alıp onu terk eder. Yapayalnız kalan adam, geçindirecek bir ailesi olmayınca işi boşlamaya başlar ve kısa süre sonra kovulur. Parasını boş işlere harcar, emeklilik yaşı geldiğinde de bir sürü borca batmış bulur kendisini. Hayat onu tüketmiştir.
   2. Şimdi de ikinci hayata bakalım. Çocuk ailesinin ve çevresinde bulunanların tüm ısrarlarına rağmen kendi bildiğini okumuş, hayalini gerçekleştirmeye karar vermiştir. Tüm zamanını çalışarak ve çizim yaparak geçiren çocuğun ne kadar yetenekli olduğu kısa sürede keşfedilmiş. En sonunda o kadar da yaygın olmayan bu bölümün bulunduğu adı pek duyulmamış bir üniversiteye gitmiş. Derslere herkesten hevesli katılmış, onun bu neşesi arkadaşlarına da geçmiş ve güzel bir sosyal hayatı olmuş. Hevesiyle akademisyenlerin de ilgisini çeken çocuk, mezun olduktan sonra kolayca işe girmiş. Hayatı boyunca yavaş yavaş basamakları tırmanıp işinin zirvesine ulaşmış. Mutlu bir evlilik yapmış, her gün güler yüzle işten dönüyor, boş zamanlarında ailesiyle vakit geçiriyormuş. Çocukları babasının hikayesinden hayallerini kovalamanın ne denli önemli olduğunu öğrenmiş. Kendi gibi mutlu bir aileye sahip olan adam, emekli olana kadar para biriktirmiş ve yaşlandığında bu parayla ailesiyle dünya turuna çıkmış.
  Elbette bu yazdığım iki hikaye olası yüzlerce hayattan yalnızca ikisiydi. Tüm bir hayatın bir seçimle şekillenmesi ile ilgiliydi. İnsanların ne istediği değil, kendi hayatın için senin ne istediğin, neyi seçtiğin ile ilgili. Başkalarının senin hayatında ne kadar söz sahibi olmasına izin verirsen, o kadar onların senin hayatını yaşamasına izin verirsin. Herkes kendi hayatının baş kahramanıdır, başkalarının sizi basit bir figür yapmasına izin vermemeniz dileğiyle..

19 Kasım 2015 Perşembe

Bir kitap satmak, Bir gelecek satmaktır.

 Selam! Yanında sıcacık çayıyla bilgisayar başında oturanlara ve halen daha vize haftası bitmemiş yorgun savaşçılara.. Rahat bir koltukta uzun zamandır okumayı erteledikleri kitabı okuyanlara ve yaklaşan hafta sonu için plan yapanlara.. Hepinize selam!
 Ertelenmiş kitaplardan bahsetmişken, eğer İstanbul'da oturuyorsanız ve bir kitap severseniz büyük ihtimalle geçtiğimiz hafta Tüyap Kitap Fuarı'na gitmişsinizdir. Eğer düzenli bir Tüyap takipçisi iseniz, o kalabalık insan selinde her standın yerini hatırlamaya çalışmanın, yazarların bitmek bilmeyen kuyruklarının ve elinizde onlarca poşetle yürümek için çaba göstermenin nasıl bir his olduğunu biliyorsunuzdur. Tüyap trafiği diye de bir gerçek var tabi. Fakat bunun gibi küçük detayları geçelim ve uzun zamandır beklediğiniz kitabı standda gördüğünüz ana gelelim. Çok sevdiğiniz bir yazardan imzalı bir kitap aldığınız ana gelelim. Sevilen bir yazarla fotoğraf çektirmek, elinizde onlarca poşetle eve geldiğinizde aldığınız tüm kitapları yayıp sevgiyle bakmak ve yepyeni kitapları keşfetmek gibi daha büyük detaylardan bahsedelim. Bir detay nasıl mı büyük olur? Şöyle ki Tüyap'ta iki tür kitap standı vardır: İnsanların büyük çoğunluğunun okuduğu kitaplardan oluşan popüler kitaplar, diğer bir deyişe "Best-seller Standları" ve kenarda köşede keşfedilmeyi bekleyen harika kitaplarla dolu standlar. O köşe standları aslında fuarın bir detayı gibi görünüyor, fakat oradan alacağınız herhangi bir kitap hayatınıza çok daha büyük bir etki yapar. Böylece minik bir detayın ne kadar etkisi olduğunu görürsünüz. Kişiliğinize ve hayatınıza bir şeyler katacak, ufkunuzu genişletecek gerçek kitapların olduğu bu yerler ne yazık ki insan debisinin azaldığı yerler oluyor.
  Bu sene Tüyap'ta çalışma imkanı buldum. Yüzlerce çocuğa harika çocuk kitapları sattım, miniklere kitap ayracı verip gözlerinin şaşkınlıkla açılmasını izledim ve okudukları kitabın yazarıyla tanışmalarını gördüm. Minik kızlar babalarının kollarından çekiştirerek standımıza geliyor, uçarı kaçarı 12-13 yaşlarında erkek grupları bana telefonlarını uzatıp yazarla bir fotoğraflarını çekmemi istiyor. Bir yandan çocuklara içinde en çok hayalgücü barındıran kitapları satarken, öbür yandan yaşlı amcaların koleksiyonunu tamamlamak için son birkaç kitaba ihtiyaçları olduğunu işitiyorum. Kitapları okumadan özetlerini ezberlemişim, görseniz öyle bir anlatıyorum ki sanki yalayıp yutmuşum. Eğer başımı kaşıyacak minik bir an bulabilirsem önümdeki kitapların sayfalarını karıştırıp birkaç cümle okuyorum. Gözüme çarpan herhangi bir cümle bir sonraki müşteriye kitabı anlatmak için kullanabileceğim güzel bir alıntıya dönüşüyor. Biri geliyor elimdeki kitabın filmini izlediğini söylüyor. Haydaaa.. Kitabın filmden ne denli güzel ve dopdolu olduğunu anlatmaya başlıyorum. İçinde türlü nükteler, duyulmamış espriler ve daha önce tanıdıklarını sandıkları bir karakterin hiç görülmemiş yanlarını göreceklerini söylüyorum. Saatler geçiyor, insanlar artıyor, kitaplar azalıyor.. Hepimizin üzerinde tatlı bir yorgunluk var. Buradayken insanlara ne son model telefon satıyoruz ne de pahalı kıyafetler. Biz burada daha parlak bir gelecek satıyoruz; bir kişilik, yeni bir bakış açısı, farklı düşünceler ve sınırsız hayal gücü.. Çocukların bitmek tükenmez meraklarını doyuruyor, ufuklarını genişletiyor ve onlara her bir kitapla yeni bir dünya vadediyoruz. Ayraç verip yüzünde gülümsemeye sebep olduğum çocuk: Geleceğin büyük bir kitapseveri olursun umarım!

22 Eylül 2015 Salı

Basic Sentences About Big Passions

  Many people know my passion about travelling. Uni gave me some english homework and today i opened the file to see which topic they gave me. Andddd the topic was "Travelling". Smiled and read instructions. They wanted for me to write basic sentences about travelling. But man, we are talking about TRAVELLING! .There is no basic sentence about this! So turned up the music always inspired me and started to write sentences about my beautiful topic. I think they expected for me to write sentences like "People travel beacuse of education or work bla blaaa." And what my sentences look like?  "When i was a child, i asked my grandpa this: "What is the point of travelling, grandpa?" He smiled. "Travelling is make your imagination limitless, meeting with new stories and live an adventure which you will never forget!" or "Travelling is not going from somewhere to somewhere else; Travelling is meeting new cultures and different thoughts." What? If you gave me a topic like traffic problems or ways of being healthy, i would write basic sentences. 
  There are some topics you can never explain. They expect from you explain it with writing, but you can even explain with talking! You cant explain that feeling. Like music, like art or ehmm..travelling :) I don't know how i can tell, should i prefer to "feel the freedom" or "feeling limitless"? Or should i start with "Do you know what is passion? Can you explain the feelings about your passion? Would you prefer to tell what is passion by saying big desire about something? Isn't it very simple? Ah, sorry, i d want to say basic
  
  

20 Eylül 2015 Pazar

Haftasonu Müziği

Aylardır paylaşmadığım haftasonu müzikleri, hepinizden özür diliyorum. En azından bu hafta için birkaç dakika önce keşfettiğim müziği paylaşabilirim. Yeni keşfim: M83, HAIM - Holes In The Sky
...

17 Eylül 2015 Perşembe

Özgür Bir Üniversiteli Damlası

  Her zaman pozitifler ve negatifler olmak üzere iki grup vardır. Siz ne yaparsanız yapın; ister üniversite seçiminde, ister arkadaş tavsiyesinde ister de baloya vampir olarak gitmek konusunda insanlar kendi grubunu savunmak için her şeyi söylerler. Bir kısmı sizin farklılığınızı yadırgar ve sizi özgün kılacak özelliklerden vazgeçmeniz için her şeyi söylerler. Sizi herkesleştirmeye çalışırlar.Bu negatifler kısmı, sizin bir sene boyunca uğruna çalıştığınız tüm üniversite hayallerine kara bulut gibi çöker; siz partiler, çimler, arkadaş grupları ve özgürlük dersiniz içinizdeki tüm hevesle ve tüm umutlarla. Onlar da her defasında bunların sadece birer "hayal" olduklarını durmadan hatırlatırlar size. Bu insanlar hayattan zevk almaktan o kadar uzak, o kadar kara bulutlardır ki nerede küçücük bir neşe ışığı görseler üzerini kaparlar.
  Ve bir de pozitif insanlardan oluşan grubumuz vardır. İçeri adımlarını attıkları an gününüze ışık vurur. İçlerinde öyle bir enerji vardır ki ister istemez mutlu olursunuz onlarla iken. Kendi anılarında kaybolurlar, hayallerini gerçeğe taşırlar. Öyle bir kahkaha atarlar ki dünyanın gerçekten güzel olduğuna inanırsınız. Tüm bir sene sınavlarla yatıp kalktığınızda, stres denen okyanusun içinde kaybolduğunuz da ve tutunacak bir umut dalına ihtiyacınız olduğunda yardımınıza koşarlar onlar. Ve siz bu iki grup arasında bocalarsınız. Acaba sadece hayalde mi kalacak bu güzel fikirler, yoksa geleceğin habercisi mi bu hayaller diye düşünürken o iç karartıcı yıl geçer. Ve bir de bakmışsınız, sınav sonucunuz üniversite denen dünyaya giriş biletiniz olmuş. Evinizden yanınıza biraz cesaret ve kaldıysa biraz da özgüven götürürsünüz. Üniversitede satın alacağınız en önemli hediye girişkenlik ve bitmek bilmeyen bir sosyal hayattır. Ben her şeyin anahtarına GÖS diyorum. Girişkenlik-Özgüven-Sosyallik. Bu üçü sizi her tür eğlenceye, arkadaş grubuna ve kahkahaya sokabilir. Ne olursa olsun, kendin olmaktan asla vazgeçmemen gerektiğini unutmamalısın. İnsanların seni olmaya çalıştığın daha havalı, daha gösterişli biri için sevmesine izin verme. Nasıl hissediyorsan, nasıl düşünüyorsan, nasıl "kendin" olabiliyorsan insanların seni görmesine ve o kişiyi sevmesine izin ver. Ben asla yerinde oturan, sakin, normal, akşam televizyon karşısında uyuyan biri olmadım. Uçarıyım. Deliyim. Belki biraz tuhafım. Üniversitenin ikinci gecesinde fıskiyelerin altından çocuklar gibi koştum. Kim ne der diye düşünmeden istediğim kadar kulübe üye oldum. Ortak mutfakta yaptıklarım yüzünden ikinci gidişimde bana itafen yazılmış bir kağıt bile gördüm! Evet, bunlar yalnızca ilk iki haftamda gerçekleşen olaylar. Ama bununla birlikte beni seven arkadaşlar buldum, geceleri çimlerde oturabileceğim gruplar, beraber partilere gittiğim ve gideceğim insanlar.. Ve en iyi kısmı da, benimle fıskiyelerin altından koşabilen insanlarla arkadaş oldum. Daha şimdiden, pozitif grubun kazandığını gördüm.
   Düşlediğim kadar sıcak bir ortam üniversite. Hiç beklemediğin kadar yabancı ama bir o kadar da tanıdık. Alışık olmadığın kadar özgür, çocukluk ve yetişkinliğin arasında bir köprü. Genç olduğunu hissettiğin, ne kadar sosyal ve aktifsen o kadar çok hikayeyle tanıştın bir dünya. Evet, korkutucu. Evet, farklı. Evet, düşlediğin kadar müthiş...

1 Eylül 2015 Salı

Penfriend: Meeting With Real Friendship

  First time i try to write in english. My english isn't so good but i try once:) Everyday before go to bed, watch my world map on the wall. And make plans, try to guess which country i ll go first and dream a lot. My first abroad expereince was Africa(Tanzania and Zanzibar Island) and when i taste the feeling of travel, i wanted more.
  In the winter, the times I got bored of studying, i was thinking maybe i cant travel now but at least there must be way to improve my english for preparation to future travels. And english books don't enough for me.
  Those days, my mom has a penfriend from USA. She has gone to USA to see him, and they got along well. After that, i m in interested about penfriends and looked for them on internet. I found a website, wrote about myself shortly and wait the answers in a couple days. I sent some messages to people but they didn't return me. I guess this is because they were living in like Peru, Australia or Madagascar places. Or it might be their last seen was one year ago i don't know:) Anyway, after two or three days somebody sent me and guess where she from? Peru! I was so happy and we ve talked like one or two months. And suddenly the mails have done, i don't know why. Then another stranger mailed me and this time she s from Hong Kong. Belive or not, after one and a half year we are still talking and good friends. Eunice is such a speacial friend for me, because she s the first real penfriend. We supported each other for uni exams and her competions. She s so funny and like make fun of me. Espeacially the time i said my thoughts about food sticks; like "if i would try this, you ll so laugh to me" she was really laughed to me.
  Winter has passed, spring has came. One day somebody else mailed me and this time, she s from Hungary. We mailed, wrote on facebook and whatsapp. I was so suprised found a penfriend just like me. Our hobbies, the things we like or not, viewpoint to people were so similar. A couple time has passed and we started to talk our problems. Give advice each other, and feel like the bond between us tightened. I never forget that one day i look for the films on cinema, then i saw one and my first thought i have to go that film with Panna! And i realize that she is in Hungary after one minute. It was a sad moment. Also i remember that memory; in her birthday, her grandmother asked her where she wants to go she ll buy place ticket for her and she choosed to Turkey for me! That moment i reliazed we are not only penfriends, until now we are real friends.
  And the summer has came. On the july i was excited cause i ll go to Italy. And before this, one week ago another one sent me mail. When i saw where she s from, i shocked. She was a Italian. Only one week left, an Italian girl sent me message. We started to talk and she was so different too. Cause we didnt talk about our daily lifes; we talked about life, art, situations of our countries, religion and the best topic; Philosophia. Sometimes we talked about this to late times of night, and both of us enjoy this conservition. Learn each other thoughts, feelings and viewpoints. Flavia s both of funny and intellectual. Some days we sent voice records and try to teach some words of our languages. It was very fun. And we introduce our bestfriends to each other and they became good friends too.
  I am telling you only that three penfriend cause they are my real friends now. They have no difference from my turkish friends cause if you are good friends, there s no matter where you live, what language you speak or how different your cultures. They weren't only improve my english, they gave me their friendship. I hope one day i have a chance to meet them face to face. They are part of my life, and i m so happy to know them. And now, i realize that travelling is not only go from here to somewhere else. Travelling is learn different cultures, recognize with many viewpoints and meet people from different countries. I traveled to many thoughts and one more time, i realize how much i love travelling..
  P.S : Also start to talk new friend from Hong Kong; Connie. I have a feeling that i ll recognize with great penfriend now, great real friend of future.

Panna's birthday gift for me, she is so cute:)

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Ruhumda Nota İzleri

 Saat gün batımına beş var.. Kumsaldayım, kulaklıklarım bana eşlik ediyor. Soğumaya başlayan kumları hissediyorum. Bir kumsal yürüyüşünün olabilecek en güzel saati. Bir adada olmanın en güzel tarafı sanırım bulunduğunuz yerden başka karanın görünmemesi; denizin kalbinde yer aldığınızı hissetmek. Hele kulağınıza mükemmel bir melodi geliyorsa kendinizi hayal gücünüzün yettiği her yerde hayal edebilirsiniz. Violin ve arp; piyano ve akustik gitarla düet yapıyor. Bir kayaya oturuyorum, gözlerimi yumuyor; müziğin etkisiyle gülümsüyorum. Müthiş bir an. Ne kadar süre geçiyor bilmiyorum; yalnızca müziğin beni mest etmesine izin veriyorum. Beni notalarının esiri yapmasına... Birden biri koluma tık tık yapıyor. Yavaşça gözlerimi açıyorum. Karşımda yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu var. Elinde bir sepet, arkasında onu izleyen ebeveynler yok.. Burada gezinen bir ada yerlisi belki de. Hafif bir meltemle sarıya kaçan saçları dalgalanıyor. Fakat beni en çok etkileyen o yemyeşil gözleri.. Kocaman açılmış yemyeşil gözler beni izliyor ve birden sesini duyuyorum: "Ne dinliyorsun?" Gülümsüyorum. "Dinlemek ister misin?" Başını sallıyor. Kulaklıklarımı çıkarıp ona takıyorum. Huzurlu müziğimi onunla paylaşıyorum. Birkaç saniye geçiyor ve birden inanılmaz bir şey oluyor: Henüz tanışmış olduğum bu küçük kız, başını denize çeviriyor, gözlerini yumuyor ve...gülümsüyor. Tıpkı benim yaptığım gibi... Yavaşça sağ kulağındaki kulaklığı çıkarıyorum, kulağına yaklaşıyor ve fısıldıyorum: "Şimdi hayal et." Gözler hala kapalı, yüzündeki gülümseme daha da büyüyor. Bir kız çocuğunun sınırsız hayal gücü ve eşsiz müziğin birleşimi mükemmel bir ana denk. Onu izlerken az önce hissettiklerimi onun da hissettiğini fark ediyorum. Bu hareketli bir pop şarkısı ya da hard rock değil. Bu; huzurun melodisi...Ve bu müzik bir ruha daha dokunuyor. Sonunda istemeyerek kulaklığı çıkarıp bana veriyor, usulca ismini soruyor. Adını söylediğimde tırnaklarıyla koluna adını çiziyor. Bana neşeyle eve gider gitmez müziği dinleyeceğini söylüyor. Hayatında dinlediği en huzurlu ve güzel müzik olduğunu... O an söyleyemiyorum o yazının kısa sürede sileneceğini. Ve gün batımında küçük bir kız kumsalda bana veda edip koşuyor, yolun ortasında birden durup bana bakana dek. Yüzüne güneş ışığı vuruyor, gözlerindeki yeşil, pırıltılar saçıyor. Ve son kez gülümsüyor: "Eee, dinlemeye devam etmeyecek misin?"
  Beni bu kadar etkileyen bir müziğin başkalarını da etkileyebileceğini düşünmemiştim. Hele ki küçük bir kızı...Ve sonra anlıyorum. O müzik saftı; tıpkı o kızın ruhu gibi. Bir çocuğun bozulmamış saflığına dokunmuştu müzik. Ben; müziğin esareti altında kalan bir tutsaktım. O ise müziğin büyüsüne kapılmış bir ruh... Ve yollarımız kesişmişti. Adanın çocuğu gibi görünen o minik kızı; tıpkı benim gibi gözlerini yumup gülümseyen yüzünü ve o yemyeşil gözleri hiç unutmayacağım. Belki müzik ona dokunmuştu; fakat o da benim ruhumda izini bırakmıştı...

8 Ağustos 2015 Cumartesi

İnsanlık Barınağı

 Dün, gecenin bir yarısı kapımız çaldı. Açtım, baktım kim var diye bir anda içeri yavru bir köpek girdi; meraklı burnu ve küçüklük heyecanıyla. Bir yandan onu tutmaya çalışıp öbür yandan onu getiren küçük çocuğu dinlemeye çalışıyordum. Çocukcağız onu onlarca köpeklik bir çeteden zor kurtarmış; üzerinde yaralardan ısırık izlerine birçok darbe almış zavallı bir köpek. Tabi kalp bu dayanır mı, aldım kucağıma indim çocukla. Gece yarılarına kadar mamalar sular bulmaktı köpeklerin ulaşamayacağı yerler yaratmaktı bizim ufak çocuğun yavru köpek bakışları atarak migros depolarından koliler bulmasıydı yorucu bir gece geçirdik. Neyse sabaha kadar dursun diye de tasmayla bağladık bu yavruyu. Sabah bir uyandım, aşağı indim ne yaptı bu tüm gece diye bir anda geldi üzerime atladı! Hınzır tasmayı kopardığı gibi gelip üzerime atlıyor... Aldık dünkü koliyi, koyduk hınzırı bagaja, rotayı belirledik Barınağa.. Tabi yavru bu durur mu, ışık kırmızı olduğunda ne yaptı diye bakmak için bagaj kapağını açtığım an sen yollara fırla, ben araba kornaları eşliğinde kucağıma alıp bagaja attığım gibi yeşil yandığı an kendimi arabanın kapısından atayım. Tüm bu aksiyon aynı dakikada oldu valla. Neyse hareketli bir yolculuğun ardından barınağımıza vardık. O güne kadar da hiç barınak görmemişim, merak ediyorum bir yandan da. Tasmadan nefret eden vahşi yavrumuzu ite kaka getirdik barınağa, sonra elden kaçtı haydiii tüm veterinerler, görevliler bizim hınzırn peşinde. Bir yandan da kafeslerde çılgına dönen köpekler aralarına yeni katılan genci tanımaya çalışıyor. Havlamalar, bağırışlar derken bizim hınzır veteriner tarafından yakalandı. Hınzırı son gördüğüm an, veterinerin kollarında adamın burnunu yaladığı andı. Sadece bir saniye göz göze geldik belki; mutlu muydu bilmem. Fakat bir şeyden eminsem bizim orada birkaç gecede bu hale gelen köpeğin bu insanların elinde daha uzun bir ömre sahip olacağı gerçeği. Hınzırı verdikten sonra barınakta hızlı bir gezinti yaptık. İnanır mısınız, barınakta yüz değil iki yüz değil tam iki bin köpek varmış! İki bin can. İki bin sokakta doğan ya da sokağa atılan köpek. Cins cins, sevgi dolu yüzler. Elimi sevmek için kaldırdığımda vuracağımı zannedip başını eğen zavallı varlıklar. O an yaşadığım üzüntüyü tüm kalbimle hissettim. O korku dolu bakışları oluşturan insanlar, yaptıkları insanlık mıydı acaba? Bizim hınzır dışında orada hiç yavru yoktu. Yavruyken göze tatlı görünen tüm köpekler büyüyünce sıcacık yuvalarından buz gibi gerçeğe atılmıştı. Hiç bilmedikleri soğuk, karanlık, aç bir dünyaya. Sordum, bu köpekleri sahipleniyorlar mı diye. Çok az abla dedi. Ayda bir kez iki kez. İki bin köpek. Bir kez iki kez. Belki bir canı kurtardık fakat geriye kalan binlerce can? Soğuk sokaklardan alınıp soğuk parmaklıkların ardına konuldular. Yemek, içecek ve güven için özgürlüklerini kaybettiler. Belki bizim yavrunun bir şansı olur diye avutuyoruz kendimizi, kalan yetişkin köpeklere göre. Belki birileri onu sıcak evlerine davet eder ailenin bir üyesi olsun diye. Ama nereye kadar? Tatlılığını kaybedip bir yetişkin oluncaya kadar mı? Barınaktan alınıp sonunda oraya geri dönmek için mi? Hayır, bir şey kaybeden biri varsa bu köpekler değildir. Köpekler tatlılığını değil, insanlar insanlığını kaybediyorlar...

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Hayat Yolcuları

   Kerouac der ki; "The only people for me are the mad ones, the ones who are mad to live, mad to talk, mad to be saved, desirous of everything at the same time."
    Bu insan cebinde azıcık bir parayla sırf otostop yaparak Amerika'yı baştan başa katetmiş bir adam. Parası bittiğinde günlük işler yapar, sonraki gün o parayla gezmeye devam eder. Ve tüm bu yolculuk boyunca yaşadıklarını yazarak kitap haline getirmiş harika bir yazar.  O, insanların kendileri için çizdikleri sınırlardan farklı olarak o sınırları aşmış bir adam. O, kitabını elinizde kaleminiz olmadan okuyamayacağınız biri. Altını çizecek harika cümleleri olan bir yazar. Anı dibine kadar yaşayan bir gezgin!
   Neden hayatımızın şoförü olmaya çalışıyoruz? Kontrolün hep elimizde olması, sapacağımız her yolu en ayrıntısına kadar bilmemiz mi gerekiyor? Hayır. Şoför olmayı bırakın ve sadece bir yolcu olun. Hayatımızın bir yolcusu.. Kimlerle tanışacağımız, nereye gideceğimiz, hangi yoldan ilerleyeceğimiz her şey ve herkes yolun getirdiği bir gizem ve sürpriz olsun. Her bir kişi sizi farklı bir renkle tanıştırsın. Her yolculuk hayata farklı bir deneyim katsın. Daha önce yüzlerce kez izlediğiniz ve her bir sahnesini bildiğiniz filmi izlemek yerine, yepyeni ve gizem dolu bir film izleyin. Şaşırın. Her yolun sonunda ışık vardır demiyorum; fakat olup olmadığını öğrenmenin tek bir yolu var... 
                                                                    Stop Being Driver, Be Passenger!
   

28 Temmuz 2015 Salı

Kaymayan Yıldızlar

 Lisenin ilk gününü hiç unutmuyorum. Kocaman bir kalabalık, küçük Silivricikte herkes birbirini tanıyor, çoğu insan birbirinin ilkokul arkadaşı. Bir ben kalabalığın içinde yalnız başıma yürüyor, kendi sınıfımın sırasını arıyorum.
 Sınıfa girdim, arkalarda bir sıraya iliştim. İlk zamanlar sessiz sakin geçerken bir baktım en ön sırada bir kızın yanı boş, bir cesaret o kızın yanına oturdum. Arka sırada da dünya tatlısı bir çocuk var. "Selam" dedim. Gülümseyerek "selam" dediler. Şimdi anlıyorum ki lise boyu sürecek kadim dostluğumuzu selamlamışım.
  Birkaç ay geçti. Sınıfa utangaç bir kız geldi etrafını masum masum süzen. Kolundan tuttuğum gibi arkadaşımla oturduğum sıramıza aldım onu üçüncü kişi olarak. Ve minik grubumuza bir üye daha katıldı. Son üyeyi de ikinci senemizde bulduk.
  Ve bir lise macerası başladı...Her sabah uyanıp da acaba bugün nasıl bir macera beni bekliyor diye düşündüğünüz oldu mu? Her sabah sınıfın kapısını gülümseyerek açıp, çıkışta uzun bir süre görmeyecek gibi dostlarınıza sarıldınız mı? Eğer dışarı paltosuz çıkarsanız sözlü notlarınızı düşürürüm diyen hocalarınız var mıydı? Çimlerde yuvarlandık, geceyi konserlerde ertesi sabahı sınavlarda geçirdik, koridorlarda dans ettik, kantinlerde pasta savaşları yapıp gecenin bir yarısı okul koridorlarında birbirimizi korkuttuk. Her şeyden ötesi, ömür boyu kaybetmeyeceğimiz dostlar kazandık. Gruplaşma nedir bilmeyen insanların arasında kendimiz olduk; bizi biz olduğumuz için seven sıcak kalplerle ısındık. Mezuniyet gecesi bittiğinde arkama bakıp bana bu güzel dört yılı veren okuluma baktım. Hayatıma ne çok renk, ne çok mutluluk kattın be lise. Sen ileride torunlarıma anlatacağım hikayelerin kaynağı olacaksın. En büyük "iyiki"lerimin kaynağı..Teşekkür ederim.
 Ve şimdi, lise biterken ve minik grubumuzun her üyesine farklı bir yol gözükürken, aramızdaki bağları düğümleyip yollarımızı kesiştirecek yeni yollar arıyoruz. Sanki karanlık bir odada gözüken bembeyaz bir yolda ilerliyoruz; her bir adımda karanlık azalıyor. Her bir adım, her bir seçim karanlığın içinde parıldayan yeni yıldızlar demek.
  Eski fotoğraflara bakıp hüzünlenmek yerine neden hüzünlenecek yeni fotoğraflar yaratmayalım ki? Evet, bir daha beraber kep atamayacağız. Evet, bir daha mezuniyet balosunda boğaza karşı bardaklarımızı tokuşturup sonsuza kadar dostuz diyemeyeceğiz. Ama biz birbirimize ömür boyu ağlayacak omuzlar hediye ettik. Gözyaşlarımızı paylaştık. En kötü anlarda birbirimizden güç aldık, dostluğumuz dayanmak için güç verdi, kahkahalarımız anıları ölümsüzleştirdi.
   Ve o an geldiğinde, karanlığın içindeki yol göründüğünde, ilk adımı atmamız için cesaretlendirdik birbirimizi. Çünkü bazı yıldızlar vardır ; o adımı ileri de geri de atsanız ömür boyu parıldayacak, size yol gösterecek olan.. Sakın o yıldızların kaymasına izin vermeyin...

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Money For Nothing

Uzun zamandır hiç müzik paylaşmadığımı fark ettim; aylardan sonra ilk parça Dire Straits'ten Money For Nothing ...


14 Temmuz 2015 Salı

Kopuk Bağ

  Bazen daha güçlü ipleri bağlamak için, zayıfları koparmak gerekiyor. Hayat boyu tüm gücünüzle çoktan kopmuş olan iki ucu iki elinizle tutmaya çalışırsınız. Fakat öyle bir an gelir ki, siz o ucu bırakmazsınız; o sizin elinizden kayıp gider...
  Yardım istemeyen kişiler için yardımcı olmak adına her şeyi yapıyoruz, bize çoktan sevgisi tükenenler için kendi sevgimizi tüketiyoruz, anlamayanlar için yeni anlamlar üretiyoruz, o bağın kopmaması için savaşıyoruz..Acı gerçeğe karşı verilen bir savaş.. Bizim için savaşmaktan vazgeçenler için yapılan bir savaş..
  Sanırım bazen tek yapmamız gereken; ne zaman iki ucu sımsıkı tutmamız gerektiğini bilmek gibi ne zaman bırakmak gerektiğini de bilmek..

1 Mayıs 2015 Cuma

Manzara Köşesi

...Çünkü seyahat etmenin bir kere tadını aldın mı o anı bir daha unutamazsın. Bu tıpkı ekstrem sporlar yapanların buna olan bağımlılığı gibi, ya da bir kere vazgeçemeyeceğin bir tutkunun esiri olmak gibi..
   O güneşin dağların ardında gözden kaybolduğu ve ardında şirin pembelerle masum bebek mavisinden koyu laciverde dönen o renkleri bıraktığı ana dönersin.. Hani hava ne sıcaktır ne de soğuk; ne gündüzdür ne de gece. Ve sen bir dağ yolundan aşağı iniyorsun; gün batımının en unutulmaz görüntüsünü yakalayabilmek için ufak bir manzara köşesi arıyorsun. İki arabasınız. Bir arabada sen, ötekinde dostun.. Ve o en yüksek dağın en güzel köşesine arabaları park eder, doğanın muhteşem portresine hayranlıkla bakarsın. Arabandan yüksek sesle öyle bir müzik çalıyordur ki, tablonun altına imzasını atar o müzik.. Güneş yerini tatlı renklere bırakır, ve yavaşça bu renkler de karanlığın içinde kaybolur.. Bizim yüzlerce binalarımızın, ışıklarımızın, avmlerimizin yaydığı ışık kirliliğinden eser yoktur etrafta. Dağların da güzel yanı bu ya. Her şeyin üstündesindir; made by human yazılı etiketlerin bittiği yer. En azından tek etiketin biz olduğu yer:) Ve başını kaldırdığında, hayatında görmediğin kadar çok yıldız tüm zarafetiyle, tüm görkemiyle, tüm kudretiyle parlıyordur.. Öyle unutulmaz bir an ki.. O müzik, o yıldızlar, o köşe, dostlarının attığı kahkahalar ve her şeyden de öte; o his.. Yolda Olmanın verdiği o tutku, o kabına sığmayan mutluluk ve yıllarca unutamayacağın o özel an.
  Kendimi hiç aç gözlü biri olarak görmemiştim, yani hiç bir zaman daha çok kıyafet, daha pahalı telefon, daha fazla ayakkabı isteyen kişilerden biri olmadım. Fakat iki şey var ki; işte bunlarda gerçekten çok aç gözlü olduğumu fark ettim. Biri kitaplar; bir hafta açık olan fuara dört kere gidip sabahtan akşama kadar kitaplar arasında dolaşır, günün sonunda biriktirdiğim tüm paramı kitaplara harcamış olarak dönerim eve. Ve ikincisi de, eh bunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek, seyahat etmek. Yeni telefonlara, bilgisayarlara, kıyafetlere vereceğim tüm o paralar var ya, hepsini uçak ya da otobüs biletlerine harcamak istiyorum. Durmadan gezmek, gezmek ve daha çok gezmek, görmek istiyorum. Afrika'nın büyüsünü, İtalya'nın damarlarında akan sanatı ve Balkan ülkelerindeki o samimiyeti hatırlamak ve artık bu ülkeleri büyük puzzle'ın bitmiş birkaç parçası olarak görmek..
  Her gün odamın büyük kısmını kaplayan o kocaman dünya haritasının önünde durup, raptiyelerimi batırdığım yerlere gitmek istiyorum; pekala, sanırım raptiyesiz pek bir yer kalmadı ama kimin umurunda? :) Ama sakın her şeyi ve herkesi bırakıp kaçmak isteyen biri gibi düşünmeyin beni; gerek dostlarımla, gerek ailemle ve zamanı gelince de yalnız gitmek.. Yıllar önce manzara köşesinde yaşadığım o an gibi, o hissi bir kere daha tatmak için..

Manzara Köşesinde çalan o müzik: Dido - Here With Me . Birçokları için sıradan bir şarkı, benim için en mükemmel nostalji müziği..

17 Nisan 2015 Cuma

Klip Gibi Hayat!

   Hayal kurmak gerçekten gerçek dünyadan bir çıkış bileti midir? Yoksa yeni bir dünya yaratmak mıdır?
   Yeniden bir dershane çıkışındayım. Sırtımda bir gülle, kulağımda can dostum kulaklıklarım ve tatlı bahar havası.. Güneş yavaş yavaş batıyor; elleri her markadan poşetlerle yürüyen kadınlar, tek omza atılan sırt çantaları, sabırsız bakışlar, tek elinde sturbucks kahveli gençler, el ele tutuşan çiftler, ağlayan bir bebek ve onu susturmak için ağzına hızla emziği yapıştıran bir anne, sağ köşede her gün aynı saatte gördüğüm domates, biber, patlıcan diye bağıran kadınlar, ana köprüde birkaç kuruş umuduyla kızıl akordiyonunu çalan koyu tenli, yeşil şapkalı adam, yanık bacaklarıyla her gün aynı köşede oturup para dileyen o yaşlı adam ve her gün farklı yüzler, aynı ifadeler.. Bir yandan yürüyor, öbür yandan elime broşür tutturmaya çalışan gence kibarca teşekkür edip, elindekini almadan uzaklaşıyorum.
  Otobüsteyim. Favori yerim olan otobüsün en arkasına gitmeye çalışıyorum fakat kendini yarış pisinde sanan bir otobüs şoförü, sırtımda tüm derslerden en az üç kitapla dolu bir çanta ve ağzına kadar dolup taşmakta olan bir araçta bunu yapmak hiçte kolay bir iş değil. Güç bela en arkaya gidiyorum, tutunacak bir yer buluyorum ve çoğu kimsenin midesinin bulandığı, benimse yapmayı sevdiğim bir iş olan arka camdan geçtiğimiz yolu seyrediyorum..
   Arkamda uzayan yollar, küçülen evler, tahrip olmuş bir doğa ve her bir yeşil parçanın betonlar tarafından katledildiğini görmek. Ağaçlar küçülüyor, binalar uzuyor.. Otobüs bir kenar mahalleye sapıyor ve açık yeşil zeminine alıştığım bu tatlı mahallenin, yıkılmış gecekonduların tuğlalarıyla harap olduğunu görüyorum.. İşte böyle zamanlarda, sevgili bunu okuyup okumadığını bilmediğim okuyucum, gözlerimi yumuyorum. Tekrar açtığımda, geçen yaz gittiğim İtalya'nın Lucca sokaklarında hayal ediyorum kendimi.. Birden o koca koca binalar yerini iri ağaçlara bırakıveriyor..Yemyeşil yollarda bisiklet sürdüğüm anları hatırlıyorum..Tatlı bir yağmur çiseliyor, etrafta çim ve huzurun birbirine karıştığı bir koku.. Ipodumdaki ses son ses olmuş, iki kolumu açarak sürüyorum bisikleti. Düşmeden gitmişim o yolları. Bir de bağırarak söylüyorum o şarkıları; hiç kimse ne der ne düşünür diye umursamadan. Sanırım turist olmanın en iyi yanlarından biri de bu; insanlar sana gülümseyerek bakar ve çılgın turistler işte diye geçirirler içlerinden.. Böyle düşündüklerini yüzlerinden okursunuz çünkü. Kulağımda nostaljik müzikler; hayalleri daha da gerçek kılıyor sanki. Ben böyle o mahalleleri İtalya'nın şirin yollarına dönüştürürken bir bakmışım yarım saatlik yol bitivermiş. Otobüsten inip o kulaklıkları çıkardığım an var ya, hani izlediğiniz bir klip bitince ekran kararır ya öyle oluyor birden işte.. O ekran kararıyor, o Lucca ve güzelim hayaller bitiyor ve ekran açıldığında, gerçek dünya yeniden karşımda.. Her gün kaç klip başlatıp bitiriyor bu müzikler, hiç bilmiyorum.. Fakat bu hissi seviyorum:)

30 Ocak 2015 Cuma

Cenetten Bir Parça

 Keşfettiğim her müzikte yankılanıyor; okuduğum her satırda oradan izler buluyorum.. Yeryüzündeki Cennet hayatımın her anında beni kendisine çekiyor.. Büyülü müziğiyle, eşsiz sözleriyle, ruhumun derinliklerine ve karanlık, gizemli yerlerine senin hayallerinin ışığı vuruyor.. Yeryüzündeki Cennet.. Gizemli, derin, mistik, gerçeklerin uğramadığı yer.. Hayallerin ötesinde, sınırsızlığın kalbinde ve Özgürlüğün yuvasında. Beni kendine çeken nadir müziklerin evi; gerçeklerden kaçanların ve en çılgınların; hayallerini kabına sığdıramayanların cenneti. Gökyüzündeki uçuk mavinin topraklarındaki yeşille dans ettiği yer. Bulutlar beyaz melekler misali kendi etraflarında dönüyor; rüzgar yapraklarla vals yapıyor. Doğanın ruhuna ışık vurmuş; öylesine parlak, öylesine eşsiz. Etrafında yavaşça dönüyor; o döndükçe yapraklar yeşiliyle vedalaşıyor ve sarı bedenlerine bürünüyor. Etraf altın sarısı yapraklarla donatılmış.. Ve Doğanın Ruhu yavaşça dönüyor ve dönüyor.. Etraf pamuk bulutlara özenmiş; bembeyaz oluyor dallar ve kara toprak. Bir ağacın hapşurduğu duyuluyor. Ve doğa eşsiz dansına devam ediyor; o etrafında döndükçe Sanat Eseri'ndeki renkler ve manzara değişiyor; güzelliğine güzellik katıyor. Ancak tema aynı; Burası Ulaşılmaz Yer. Yeryüzünün en uzak noktası; herkese ve her şeye karşı, gizli kalmış define. Yaşadığımız dünyada uğuldayan ve her yeri yerle bir eden Rüzgar'ın uysallaştığı ve narin sesiyle şarkı söylediği yer burası. Doğanın en "saf" haliyle kaldığı; az ileride susuzluğu gidermek için mutluluğun kaynağını gizleyen yer. Ve ağaçların ardında, ormanın derinliklerinde meleklerin gezindiği yer. Burası; Cennetten Bir Parça.

9 Ocak 2015 Cuma

Yağmurlu 1oo. Hayaller

   Ve 1oo. yayınımdan merhaba! Gerçekten bu kadar olmuş mu ya, inanamıyorum:)
İlk yazımı hatırlıyorum; mutluluk hakkındaydı. Etraf mutsuz, şanssız, hayata küsmüş insanlarla kaynıyordu. Herkes kendince mutluluğa giden o "gerçeküstü" yolu arıyor; ancak bir yerden sonra o yollarda kayboluyordu. Herkeste bir umutsuzluk, bir "nasıl mutlu olabilirim ki" halleri.. Etrafımda herkes kayıptı; insanlara mutluluğun yolunu gösteremezdim, ancak en azından öyle bir yolun gerçek olduğunu göstermeyi deneyebilirdim.
  Sonunda bana neşe veren birçok madde yazdım; öyle ki defter köşelerimden taştılar, biriktiler ve sel oldular. Orada burada renkli not kağıtlarından test köşelerine dek her yerde bir çok mutluluk maddesi vardı! Hepsini bulamadıysam da bir çoğunu derledim ve açtığım bu minik blogda yayınladım. Aslında bu blogla ilgili geniş fikirlerim yoktu; öyle sosyal medyada paylaşayım, herkes bilsin, görsün derdinde değildim hiç. En yakınlarım bile bilmezken zaman geçti, günler aylara dönüştü. Ve bir gün; benim yazmamı en çok destekleyen, ruhu edebiyatın tozlu tarihinden kalma dostuma açıldım. Benim için zor bir adımdı; anonimlikten bir İsim olmaya geçmek. Ancak dostumun hoş yorumları beni yazmaya daha da itti. Ve şimdi 1oo. yazımı yazıyorum; sanırım Mutluluk Maddelerine bir de bunu eklemem lazım! :)
   Yazılar yaşamın her yerindeler sanki. Birinci sınıfta çizdiğim komik resimler, ondan sonra gelen komik anı defterleri, dostlarımın bana yazdığı notlar, kendi denemelerimi tutan renkli defterler, komik notlar, tatlı mesajlar, tabii ki eksik olmayan canım kitaplarım, hayatımın büyük çoğunluğunu tatlısıyla acısıyla içeren günlüklerim ve şimdi, lisenin son yılında yazdığım yıllıklar.. Tüm hayatım yazılarla kaplı; hepsini nadide bir eser gibi saklıyorum.. Bazen saatlerce eski günlüklerimde kayboluyor yahut buruşmuş; yazıları silinmeye yüz tutmuş eski notlarımı buluyorum. Yazmak; Mutluluk Maddelerimin en önemlilerinden biri belki de.. İşte size çok özel üç madde daha; benim mutluluk yolum bu üç maddeden geçiyor:
1. Hayata her zaman pozitif bakın! Her düştüğünüzde kalkacak gücü bulun ve en karanlık saatlerin şafak öncesi olduğunu unutmayın. (Victor Hugo)
2. Ne kadar şanslı olduğunuzun bilincinde olun! Siz sıcacık yatağınızda uyurken ve çevrenizde sizi seven dostlarınız varken, dışarıdaki buz gibi soğukta tek başına olan insanları düşünün.
3. Ve sevgi.. Sevin ve sevildiğinizi bilin!  Everybody wants to love, everybody wants to be loved. (Ingrid Michaelson)

Ve daha önce paylaştığım bu parçayı bir kez daha paylaşmak istiyorum; her defasında beni gülümseten bu eşsiz müziği...